Parfümün Dansı – Tom Robbins
Kitabımın son sayfasını bitirdiğimde içimde bir “şıngır mıngır Boğaziçi”
coşkusu, “ağzımda bal gibi tatlı bir türkü” tadı, yüzümde geniş bir gülümseme
vardı. Aslında bunların hepsi, kitabımı okuduğum süre boyunca hep vardı.
Farkındaysanız “kitabın son
sayfası” demiyorum, “kitabımın son sayfası” diyorum, çünkü kitapta anlatılan
dünya ve o dünyanın kahramanları, tüm sıra dışılıklarına rağmen, tarafımdan
büyük bir tutkuyla evlat edinildi. Bundan böyle bu kitap benim kitabım, bu
Alobar benim Alobar’ım, bu Kudra benim Kudra’m, bu Pan benim Pan’ım. Tom
Robbins kusura bakmasın artık.
Neyse ki bu gün tüm alicenaplığım üzerimde ve kitabımı sizlerle paylaşma
arzusu içerisindeyim. :)
Bu benim okuduğum ilk Tom
Robbins kitabı. Parfümün Dansı bundan 24 sene evvel Kelebek yayınlarından
Pancarın Dansı adı ile yayınlanmış ama ben uyumuşum, ruhum bile duymamış. Bu
gerçekle birlikte, yaşımı da göz önüne alınca, “of, of, ömrüm gitti, ömrüm”
demek istiyorum.
Alobar’la Kudra’ nın öyküsü
Hıristiyanlığın doğumundan yaklaşık 1000 yıl sonra başlıyor, bu günlere kadar
geliyor. Henüz pagan özelliklerini kaybetmemiş yarı ilkel bir kabilenin,
yaşlanma belirtisi gösterdiği için onurlu bir şekilde ölmesi gereken kralı
Alobar, ölen kocasının ardından sati olarak yakılmamak için köyünden kaçan
genç, güzel ve çok akıllı Hintli kadın Kudra, uçsuz bucaksız kırlarda
hükümranlığını süren ve herhalde bu sebepten dolayı adına tapınak yapılmamış
tek Tanrı olan muzip, cüretkar, keçi kral Pan. Bir de kitabın diğer
kahramanları var; günümüzde doğan ve günümüzde yaşayanlar. Hepsini bir şekilde
bir araya getiren –tıpkı parfüm yapımında da olduğu gibi- temel nota ise
“pancar”. Kitabın sayfalarının arasına, camlardan, bacalardan girmek suretiyle
pancarlar serpiştirilmiş. Pancarın gizemini çözmek için uzunca bir süre
sabretmek zorunda kalacaksınız.
Kitap yüzyıllar süren bir
ölümsüzlük arayışı ekseninde, Doğu’dan Batıya doğru yapılan bir serüvende
gerçek aşkı, arkadaşlığı, insanın doğadan kopuşunu, insanın paganizmden
tek tanrılı dinlere doğru akışını, yüzyıllar içinde değişen dünya düzenlerini,
bir ömre hangi rollerin sığdırılabileceğini, zaman kavramını, parfüm sanatını
ve daha bir çok şeyi bir solukta anlatıyor. Anlatırken, Einstein’a,
Descartes’a, Luis Amstrong’a ve daha bir sürü insana dokunuyor, Hindistan’a,
Konstantinopol’ e, Paris’e, New Orleans’a, Seattel’a uğruyor.
Okuma serüvenine hep bir koku
eşlik ediyor, her sayfanın kokusu farklı. Kitabın başlarına tütsü kokuları
eşlik ediyor. İlerledikçe, kimi sayfalar ağaç kavunu kokuyor, kimi sayfalar
mandalina. En çok yasemin kokusu geliyor. Bir de zaman zaman kitabın içinden
geçen ve ortalığı keçi ağılı gibi kokutan Tanrı Pan’ ın kokusu var. O gelince,
kolay kolay da çıkmıyor.
Kitabın dili, anlatımı
muhteşem. Tom Robbins’ in kullandığı dilde, Tanrı Pan’ ın özgür ruhu, baştan
çıkarıcılığı, kıvraklığı, cüretkarlığı, edepsizliği, neşesi ve erotizmi var.
(Tam burada, çevirmen Belkıs Çorakçı Dişbudak’a teşekkür ediyor ve şapka
çıkarıyorum.) Kitabı okurken, kitabın okuyucusu değil de yaşayanı gibi hissettim
kendimi. Anlatılan her şeye inanasım geldi. Bu kitabı okumak gerçek bir
serüvendi.
Bu arada kitabımın kapağından da bahsetmeden geçemeyeceğim. Bence
çok güzel ve özgün bir çalışma olmuş. Diğer ülkelerde nasıl basıldığını merak
ettim ve internette ufak bir araştırma yaptım. Rahatlıkla söyleyebilirim en
güzeli benimki.(!)
Bu kitabı okumadan ölmeyin,
sonra eksik gidersiniz. Hatta okursanız, daha geç gitme şansınız
olabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder