Fransız Teğmenin Kadını – John
Fowles
1867 yılı Martında İngiltere’nin Lyme Regis kasabasında başlayan,
çoğunlukla da orada geçen ve Londra’ da sonlanan –kitabın arka kapağında
dediğine göre- “sahici bir aşk yolculuğu”. Bana sorarsanız da aynı rotada geçen
“sahici bir edebiyat serüveni”.
Kitabın konusundan önce,
yazarın anlatımı beni çarptı. Çok özgün, çok şaşırtıcı ve etkileyici bir dille
karşılaştım. Yazar, kitabın bütününde kendi varlığını “yazar, yazar-tanrı”
kimliklerinde okuyucuya sürekli hissettiriyor. Yer yer romanı anlatmayı
bırakıp, yazım teknikleri, kitabı yazma serüveni hakkında uzun açıklamalar
veriyor. Kimi zaman araya girerek, o sırada anlattığı olayla günümüzün
karşılaştırmasını yapıyor, dönemin okuyucu açısından daha kolay anlaşılır hale
gelmesini sağlıyor. Yazarın kitaptaki varlığı okuyucuyu rahatsız etmiyor. Benim
açımdan metin içinde kendisiyle “yazar” kimliğinde ilk karşılaşmam
şaşırtıcı olsa da, ilerleyen sayfalarda onun varlığına çok alıştım. John
Fowles’in öyle bir anlatım gücü var ki, sanki bir metni okumuyor, metinde
yazanları 3 boyutlu sinemada seyrediyorsunuz.
“Ama romancılar sayısız değişik sebepten yazarlar: Para için, şöhret için, eleştirmenler için, aileleri için, dostlar için, sevdikleri için; kendini beğenmişlikten, gururdan, meraktan, eğlenmek için: Usta marangozların mobilya yapmaktan, sarhoşların içki içmekten, yargıçların yargılamaktan, Sicilyalıların bir şarjörü düşmanlarının sırtına boşaltmaktan zevk almaları gibi. Sırf bu sebepleri sıralayan bir kitap yazabilirim, herkes için olmasa da hepsi doğru olur bu sebeplerin. Tek bir sebebi hepimiz paylaşırız. Bu dünya kadar gerçek, ama ondan farklı dünyalar yaratmak. Bu yüzden plan yapamayız.”
Kitap dönem olarak Victoria
çağı İngiltere’sinde geçiyor. Kitabın baş erkek kahramanı Charles 32 yaşında,
ömrünün son 10 yılını Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde seyahat ederek geçirmiş,
dünyanın Darwin ve “Türlerin Kökeni” adlı kitabıyla tanıştığı bir dönemde
kendine bilim adamı gözüyle bakan ve fosillerle ilgilenen genç bir adam. Hiç
evlenmemiş amcasının varisi olarak da ileride de çok zengin olacak bir soylu.
Kendine eş olarak burjuva sınıfından, ticaretle uğraşarak çok zengin olmuş bir
tüccarın kendinden oldukça genç kızını seçmiş. Her ne kadar gelin adayının
soylu sınıftan olmaması Charles’ın sosyal çevresi açısından çok arzulanan bir
durum olmasa da, gelinin evlenirken beraberinde getireceği drahoma ve ailesinin
tek çocuğu olması göze alındığında, bu durum kabul edilebilir bir kusur haline
gelmiştir. Charles kuracağı evlilik şirketini, şirketin tüm ortakları açısından
en faydalı olacak şekilde programlamışken, beklenmeyen bir şekilde hayatına
giren bir mürebbiye, Sarrah Woodruff tüm bu dengeleri bozacaktır. Charles,
nişanlısı Ernestina ve kasabanın “trajedisi” “Fransız Teğmenin Kadını” Sarah
arasında, tarafların kendilerini ve diğerlerini örselediği gerilimli bir
ilişkiler ağı başlayacaktır.
Kitabın en önemli karakteri
Sarah. Toplumun alt kesiminden gelmesine rağmen, babasının desteğiyle çok iyi
bir eğitim almış olan genç bir kadın. Fakat aldığı eğitim kendisini bulunduğu
sınıftan yukarıya itmek için yeterli değil. Bu nedenle ne içinden çıktığı, ne
de içinde bulunduğu sınıfa tam olarak ait değil. Sarah bilinçli olarak toplumun
dışına çıkmayı tercih etmiş (her ne kadar toplum onu dışarı attığını düşünse
de) ve bedeli neyse ödeyerek -Fransız teğmenin yosması olarak- kendini
özgürleştirmiştir.
“Ben hiçbir zaman bir koca, çoluk çocuk bilmeyeceğim; başka kadınların yaşamlarındaki masum mutlulukları tadamayacağım. Onlar da benim bu suçu neden işlediğimi hiçbir zaman anlamayacaklar. Bazen onlara acıyorum. Onların anlayamayacağı bir özgürlüğüm varmış gibi geliyor. Hiçbir sövgü, hiçbir sitem bana işleyemez artık. Kendimi bu sınırların ötesine çıkardım çünkü. Ben bir hiçim. İnsan bile sayılmam. Fransız Teğmen’in Yosmasıyım.”
Sayfalar ilerledikçe onunla
ilgili düşünceleriniz bir uçtan diğer bir uca doğru sürekli savruluyor.
Ahlaksız kadın, zavallı kadın, kimsesiz, savunmasız kadın, akıl hastası kadın,
cesur kadın, yalancı kadın, bencil kadın, kurnaz kadın, özgür ve bağımsız
kadın, ne istediğini bilen kadın. Charles da Sarah’ın bu değişen kadın
tanımlarının ardında tüm dengelerini yitirerek kendini akıntıya bırakıyor ve o
da yapmış olduğu seçimlerin bedeli olarak tıpkı Sarah gibi, yaşadığı toplumun
dışına itiliyor. Çizgisini değiştirmeyen, toplumun ondan talep ettiği gibi
davranan tek karakter ise Ernestina. Zavallı, kandırılmış, masum kız. Viktoria
çağında, baba evinden koca evine teslim edilmek üzere mükemmel bir şekilde
hazırlanmış hediye paketi.
Kitap boyunca Victoria çağının
tüm ağırlığını omuzlarınızda hissediyorsunuz. Dinin, ahlak değerlerinin, insan
ilişkilerinin, hatta toplumsal yaşamı düzenleyen adabı muaşeret (bence en uygun
kelime buydu) kurallarının insan hayatını görünmeyen ama asla delinmeyen bir ağ
gibi nasıl sarıp sarmaladığını yüreğiniz sıkışarak okuyorsunuz. Dönem
gözünüzde, beyninizde çok net bir resim olarak canlanıyor. Sanki bir sandaldan,
ucunda cam olan bir boruyla denizin dibine bakar gibi.
Kitabın sonu da en az Sarah
karakterinin kendisi kadar vurucu. Okurken ben hem çok etkilendim, hem çok
şaşırdım hem de kendi kendimle duygusal anlamda mücadele ettim. Daha fazla
ipucu vermek istemiyorum çünkü bunun kitabı okuyacak olanlara haksızlık
olduğunu düşünüyorum. Aksi taktirde, okuyucunun şaşırma hakkı elinden alınmış
olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder