8 Ekim 2009 Perşembe

Saatleri Ayarlama Enstitüsü - Ahmet Hamdi Tanpınar


Yazan: nazimo Kategori: Fantastik| Klasikler| Kurgu

Kitabı biraz evvel bitirdim. Hala şaşkınım. Yıllardır aklımda, edebiyat derslerinden hayal meyal hatırladığım –itiraf ediyorum, hatta hemen hemen hiç hatırlamadığım- bir ders konusu olan Ahmet Hamdi Tanpınar, kitabı okuduğum süre zarfında, ders konusu olmaktan çıkıp çok yetkin bir yazara, eseri de, bir başucu kitabı konumuna yükseldi.

Aslında kitabın konusu, adının çağrıştırdığının aksine, bir enstitüyü değil, kitabın baş kahramanı, anlatıcısı ve yazıcısı Hayri İrdal’ın hayat öyküsünü anlatıyor. Bu uzun, renkli ve kalabalık hayat öyküsünün bir parçası olarak da Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün (S.A.E.) kuruluş ve genişleme dönemleri, Hayri İrdal ve çevresindeki insanların bu süreçteki rolleri, gelişimleri hatta evrilmeleri anlatılmış.

Hayri İrdal, Abdulhamit döneminde doğmuş –kitaptaki ifadelerden 1895 yılı olduğunu hesaplayabiliyoruz- İstanbul’ da yaşayan fakir bir ailenin çocuğu. Okulla arası pek hoş değil. İlk gençlik yıllarını babasının ilginç arkadaşları ile birlikte geçirmiş: Cinler taifesine karışmış, şehrin içinde cinlerin sürekli yerini değiştirmek suretiyle gezdirdiği bir hazinenin peşinde koşan, meczup Seyit Lütfullah, daha sonraları eniştesi olacak Avcı Naşit Bey, çok kalabalık ailesiyle koloni halinde 40 odalı konağında yaşayan Abdülselam Bey, eczanesinin arkasında altın üretmek için simya deneyleri yapan Aristidi Efendi, Hayri İrdal’ın zamanının büyük bir bölümünü muvakkithanesinde beraber geçirdiği, zaman üzerine gerçek bir filozof ve saat tamircisi muvakkit Nuri Bey.


saatin kendisi mekan, yürüyüşü zaman, ayarı insandır…. Bu da gösterir ki, zaman ve mekan, insanla mevcuttur!”“ayar,saniyenin peşinden koşmaktır.”
Unutmadan Hayri İrdal ve ailesinin üzerinde korku ve bıkkınlıkla karışık bir saygı uyandıran, dededen kalma, “mübarek” lakaplı antika salon saatini de kitaptaki önemli şahsiyetlerden biri olarak burada anmak isterim.

Bir seri talihsizlikler sonucu düştüğü akıl hastanesinde tanıştığı, eğitimini Viyana’da yapmış, psikanalize inancı tam Dr. Ramiz ve onun vasıtasıyla tanıştığı, kim ve neci olduğunu tam olarak bilemediğimiz, Galatasaray mektebinden mezun Halit Ayarcı;  ki adına bu kitabın yazıldığı, S.A.E.’ nün kurulmasını ve geliştirilmesini sağlayan önemli zat da bu romanın baş kahramanlarından.

Tanzimat döneminde başlayan, savaş dönemini, cumhuriyetin kuruluş ve ilk zamanlarını kapsayan kitabın kurgusu çok sağlam oluşturulmuş. Kitabın her satırında döneme dair bir dokundurma, bir ironi var. Çok mizahi bir dille anlatılan hikayede sürekli değişen olaylar silsilesi yaşanırken, kitaba birbirinden renkli ve uçuk insanlar girip çıkıyor ama biz okurken “Bu kadar da olmaz artık!” demiyoruz. Kitabın kendi çapında bir aksiyon kitabı olduğu dahi söylenebilir.



Kitaptaki mizah, insanı sayfadan sayfaya güldürerek sürüklerken, aynı zamanda acı acı düşünmemize de sebep oluyor. Kitaptaki olayların ve kişilerin betimlemelerinde algıyı derinleştiren, duyularımıza  hitap eden, anlatılanları boyutlandıran bir taraf var.

Diyaloglar çok gerçekçi ve komik. Kitabının dilindeki muzipliği, yandaki resimde bize neşeyle gülümseyen bu adamın gözlerinde de görmek mümkün.

İnsanlık için abesle iştigalden başka bir anlamı olmayan S.A.E.’nin yaptığı iş, Halit Ayarcının bireysel zekasından, hırsından –deliliğinden- doğmuş olmasına rağmen, el birliğiyle ve toplumun pek hevesli katılımıyla toplumsal bir deliliğe dönüşmüş, bir hastalık gibi tüm toplumu sarmıştır.

Ahmet Hamdi Tanpınar, bu abesle iştigal eden derneğin kurulması, gelişmesi ve yaşatılması sürecinde, adeta bürokrasinin, kadrolaşmanın, çürümenin, gündem yaratmanın, gündemde kalmanın, topluma “star” pompalamanın el kitabını, mizahı kullanmak suretiyle yazıyor. Bu gün medya aracılığıyla yapılan toplumsal manipülasyonların ata babasının, o dönemde, medyanın yazılı organları üzerinden yapılmasına bu kitapta şahit oluyoruz. Hem de dudak uçuklatan bir gerçeklikle. Bu gün sanatçılar(!) nasıl yeni albümlerini çıkarmadan evvel düzmece haberlerle kamuoyunun önüne sansasyonel çıkışlar yapıyorlarsa, o dönemde S.A.E’ nün başarısı ve ilerlemesi, gündemde kalabilmesi, üyelerinin nemalanabilmesi için, günümüzde kullanılan yöntemlerle –ya da silahlarla- topluma bilgi ve belge pompalandığını görüyoruz. Bu işler o zamanlarda da gerçekten böyle mi yürüyordu, yoksa bu  Ahmet Hamdi Tanpınar’ın sahip olduğu Jules Verne vari bir öngörü müydü bilmiyorum. Ama sebep ne olursa olsun bu kurguya şapka çıkarıyorum.

Andy Warhol’un 1968 yılında  o ünlü kehanetini yapmasından –“Gelecekte herkes on beş dakikalığına ünlü olacak.”- tam 7 sene evvel, Ahmet Hamdi Tanpınar, bu kehanetin öngördüklerini kitabının kahramanlarına kader yapmış, onların “yıldızlarını parlatmış”.

S.A.E.’ nün topluma kabul ettirilmesi süresince, aslında hiç yaşamamış olan Ahmet Zamani Hazretlerinin hayatını, muvakkit Nuri Efendiyle ilişkilendirilerek bir kitap halinde basılması, yabancı basın mensuplarıyla birlikte resim çektirebilmek için bir “Ahmet Zamani Hazretleri mezarının” bulunması, toplumun gözünde kurucuların saygınlık kazanması için aile ilişkilerinin ve geçmişlerinin yeniden tanzim edilmesi, bana George Orwel’in 1984 romanını hatırlattı. Gerçek bir tarih yoktu, gerekli olan tarih vardı.


Enstitüyle birlikte önce ülke çapında daha sonra dünya çapında da ünlü olduğu halde Hayri İrdal’ın elde ettiği konumdan hiçbir şekilde mutlu olamaması, hep kendini sorgulaması ama içinde bulunduğu durumu değiştirmek içim hiçbir şey yapmaması aklıma Faust’u getirdi ve merak ettim acaba Hayri İrdal ruhunu Halit Ayarcı’ya mı satmıştı, içinde bulunduğu mutsuzluk ve boşluk duygusu elde ettiklerinin bedeli miydi?


Bu kadar özel bir kitabın başka dillere de çevrilmiş olması gerektiğini düşünerek konuyla ilgili bir araştırma yaptım. Kitabın İngilizce, Almanca, Fransızca, Arapça ve sanırım Arnavutça kapaklarını buldum. Hatta yabancı baskısının amazon.com sitesinde beş yıldızla derecelendirildiğini, elin John Efendisinin, Hans Efendisinin kitabı benden evvel okuduğunu görünce, kendimden bir kez daha utandım.  O yüzden çok geç olmadan kitabı okumanızı rica ederim. Her ne kadar Hans ve John bu kitabı sizden evvel okuduysa da, siz bu kitabı orijinal dilinde okuma ayrıcalığına sahipsiniz.




Kitabın 205. sayfasındaki rakı güzellemesini sizlerle paylaşmadan geçemeyeceğim. 
“Belli ki bu masa bizim bakkalın tezgahının arkasına benzemiyor. Burada rakı geniş zamana yayılıyor. Rakı, kadehimde mermer bir saray birdenbire çökmüş gibi değişti, tortulandı. İkinci günde ışık böyle yaratılmış olmalı. Sonra ilk yudumun zevki. Dilimle damağıma hafif dokunuyorum, çok ince bir sakız lezzeti var. Hayır, bu benim kırk beşlik değil. İkinci yudum, üçüncü yudum. Kafamın içinde bir şey, kapak gibi ağır bir şey döndü. Bütün vücudumda tanımadığım bir sıcaklık var.Kulaklarım hamamda imişim gibi çınlıyor. Dördüncü yudum: Kadeh boşaldı. Bu kadar da acele doğru mu ya? Biraz daha tadını çıkarmak lazım değil mi?” 
http://web.archive.org/web/20091125003916im_/http:/www.neokudum.com/wp-content/plugins/wp-spamfree/img/wpsf-img.php

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder