Rüzgarın Gölgesi – Carlos Ruiz
Zafon
Yazan: nazimo Kategori: Kurgu
“Babamın beni Unutulmuş Kitaplar Mezarlığı’na ilk götürüşü hiç aklımdan çıkmaz…..”
“Burası gizemli bir yer Daniel, bir mabet. Burada gördüğün her kitabın, cildin bir ruhu var. Onu yazanın, okuyanların, onunla yaşayıp onu düşleyenlerin ruhu. Bir kitap sürekli el değiştirir, birileri gözleriyle sayfalarını sürekli tarar, kitabın ruhu gelişir ve güçlenir. Uzun yıllar önce, babam beni buraya ilk kez getirdiğinde burası yine eski bir yerdi. Belki de şehrin kendisi kadar eski. Buranın ne kadar zamandır var olduğunu ve kim tarafından kurulduğunu kimse tam olarak bilmiyor. Bu yüzden sana babamın bana anlattıklarını anlatacağım. Bir kütüphane yok olduğu ya da bir kitapevi kapandığında unutulmaya terk edilen bir kitap olursa, burayı bilen bizler, yani buranın bekçileri o kitabın buraya getirilmesinden sorumluyuz…..”
“Geleneğe göre, burayı ilk kez ziyaret eden kişinin istediği herhangi bir kitabı seçip sahiplenmesi, yok olmasına asla izin vermemesi gerekiyor; böylelikle o kitap her zaman yaşayacak. Bu çok önemli bir sorumluluk. Bir ömür boyu diye açıkladı babam. Şimdi sıra sende.”
Unutulmuş Kitaplar Mezarlığı,
belki de 10 yaşında bir çocuğun gözünde fantastik bir sahafı unutulmaz kılmak
için kullanılabilecek en güzel isim. Sabahın alaca karanlığında, herkes
uyurken, sadece babayla paylaşılan bir sır olarak, gizlice, kitap dehlizlerine
doğru yapılan bu yolculuk sonunda Daniel kendine evlat edinmek üzere Julian
Crax’ ın Rüzgarın Gölgesi isimli kitabını seçer. Akşam odasına çekilerek
okumaya başladığı kitabını, sabahın ilk ışıklarıyla, okuduklarından
büyülenmiş olarak bitirir. Rüzgarın Gölgesi ve Julian Crax, o günden sonra
Daniel’in, hatta ailesinin kaderini yönlendirecektir. Unutulmuş Kitaplar
Mezarlığı’nın labirentlerinden çıkan kitap, Daniel ve ailesini esrarengiz bir
maceranın içerisine sürükleyecektir. Kitap 1945 yılında, dünyada II. Dünya
Savaşının etkileri hala devam ederken, iç savaşla çalkalanan faşist İspanya’nın
karanlık atmosferinde başlar, ama sadece o dönemde geçmez, geri dönüş ve tekrar
günümüze dönüşlerle okuyucuyu merak duygusuyla sarmalayarak, hatta kimi zaman
meraktan boğacak kadar sıkı sarmalayarak ilerler.
Daniel, bir taraftan faşist
bir ülkede göze batmadan büyümenin, yaşamanın ve aşık olmanın zorluklarıyla
mücadele ederken, diğer taraftan da .Julian Crax’ın peşinde, yazarın hayatının
sırlarına ulaşmaya çalışmaktadır. Julian Crax hayatını lanetlenmiş bir aşkın
peşinde, oradan oraya savrularak geçirmiştir. Daniel, geçmişin derinliklerinden
bulup çıkardığı karakterlere bir bir ulaşarak, bulmacanın parçaları tek tek
yerine yerleştirmekte ve her geçen gün kitabın sakladığı sırra biraz daha
yaklaşmaktadır. Bu yolculukta en büyük yardımcısı yağmurlu bir günde, yüzüne
yediği yumruğun acısını dindirmeye çalışırken, kendisiyle ucuz şarabını
paylaşan evsiz, belki biraz meczup Fermin Romero de Torres olur. Şarap
şişesinde başlayan dostluk bir ömür boyu sürer. İlerleyen sayfalarda, geçmişte,
kaderin bu iki adamın hayatına bir kaç ortak düğüm attığını da keşfederiz.
Daniel’in ısrarla tozunu
aldığı geçmiş, güç sahibi olmuş, bir takım faşistlerin huzurunu
kaçırmıştır. Bu nedenle hikayeye geçmişte ya da anlatıldığı
dönemde bulaşan herkesin de hayatı tehlikededir.
Yazardan, gerçeklerle ilgili
olarak bir kaç darbe yedikten sonra, Daniel’in ulaştığını düşündüğünüz her
sırrı sorgulamaya başlıyorsunuz. Hiç bir şey göründüğü gibi çıkmıyor. Neyse ki
kitabın sonunda, tüm gerçeğe vakıf oluyorsunuz. Geçmişte yaşananlar, yitip
giden aşklar, umutlar, hayatlar içinizi acıtıyor. Hem olay örgüsü hem de
yazarın akıcı ve kuvvetli anlatımı sizi kitabı elinizden bırakmadan, mümkün
olan en kısa zamanda bitirmeye zorluyor.
Faşizmin babasını elinden
aldığı çocuk, insan eliyle gelen ölümü ve zorunlu büyümeyi aşağıdaki gibi
anlatıyor. Okurken benim gözlerim doldu.
“…Benim dünyamda ölüm, anneleri, dilencileri, veya doksan yaşındaki komşuları berbat bir piyango bileti gibi alıp götüren bir pazarlamacıya, isimsiz ve anlaşılmaz bir güce benzerdi. Ama ölümün insan görünümünde ve kinle zehirlenmiş bir yürekle benim yanımdan geçebileceği düşüncesini kabullenemiyordum; ölüm üniforma ya da bir yağmurluk giyebilir, sinema kuyruğuna girebilir, barlarda gülebilir ya da sabahları Ciudadela Parkı’nda çocuklarını gezintiye çıkarabilir ve daha sonra, akşamüstü, Montjuic kalesi zindanlarında ya da Kimsesizler Mezarlığı’nda birilerini isimsiz ve törensiz ortadan kaldırabilirdi…. İspanyol trenlerinin varışına çok benzeyen bu çalınmış yıllarda yalnızca bir görev olan çocukluğun ne zaman bittiğinin farkına asla varamazsın…”
Bu kitap okunduktan sonra da izi kalanlardan. Benden söylemesi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder