17 Aralık 2009 Perşembe



Saatçi Bayırı – Ayça Şen

Yazan: nazimo Kategori: Kurgu

Saatçi Bayırı’nı ilk kez yayınlandığı 2006 yılında okumuştum. Kitabı neden satın aldığımı, niye seçtiğimi bilmiyorum. Çünkü ne Ayça Şen’i tanıyordum ne de yayınevini. Kapağının da o kadar albenili bir görüntüsü yoktu. Takdir-i ilahi işte. Kaderde Ayça Şen’le tanışmak varmış.

Yıllar sonra kitaplığıma hangi kitaba başlasam diye göz gezdirirken, gözüm yine Saatçi Bayırı’na takıldı. Okurken ne kadar çok eğlendiğimi hatırladım. Ayça Şen’le tanışmama sebep olan bu kitaptan sonra, onun Radikaldeki yazılarının da takipçisi olmuştum. İkinci romanını da okumuştum. Birden bu romanı tekrar okumak istedim. Belki bunda kitabı entelektüel baykuşlarda yazma hevesi de biraz etkili olmuş olabilir.


Kitabın ilk sayfalarında, esrar müptelası, marjinal hayat yaşayan ve hamile olduğunu öğrenen Oya’yı, akıl almak için gittiği, eskinin hızlı ama günümüzün hidayete ermiş kuzeni Ebru’yu ve narkotik polisi sevgilisiyle otun en iyisine ulaşabilen diğer kuzen Burcu’yu tanıyoruz. Daha sonra da Oya’nın gözünden 80’lerin Türkiye’nde geçen çocukluğunu ve kalabalık bir ailenin tarihine tanıklık ediyoruz.

Bu kalabalık ailenin kaynağı Müzeyyen Hanım. 2 erkek 5 kız olmak üzere tam yedi çocuk doğurmuş. Onları evlendirmiş, torunları olmuş, torunlar 10’lu yaşlarına gelmişler. Olayın geçtiği ana mekan Saatçi Bayırı’nda eski bir apartmanın bodrum katındaki Müzeyyen Hanım’a ait daire. Bir de karşı komşuları var. Suzi. Suzi, eski kocasının kıskançlık krizi nedeniyle yaptığı trafik kazasında yüzünün yarısını yitirmiş, diğer yarısı ise çok güzel olan bir kadın. Spastik oğlu Cem ile birlikte oturuyorlar. İki ailenin hayatları birbirinin içerisine iyice girmiş. Suzi’nin bir oğlu daha var ama, onu tanımıyoruz. Kanada’ ya yerleşmiş, ama çok yakışıklı bir resmi duvarda asılı duruyor. Oya’ nın platonik aşkı.

Müzeyyen Hanım karısından boşanmış, doğru dürüst ilgilenmediği 3 çocuğu olan ve yeğenler arasında “Mucit Dayı” lakaplı orta yaşlı oğluyla birlikte oturuyor. Şu kadınlar için “gerçek tehlike” olan adamlardan biri Mucit Dayı. Yakışıklı, orta yaşlı, içki içen, masada en aranan insan olan, entelektüel, bir kaç dil konuşan, mükemmel aşık, ama çalışmayan, sorumluluk almayan adamlardan.

Müzeyyen Hanım’ ın kızları da birbirinden değişik tipler. Kızlarından Ülkü, hastalanan kocasına bakabilmek için kızı Oya’ yı annesine göndermek zorunda kalıyor. Kocasının ölümünden sonrada kendinde 7 yaş genç bir adama aşık olup onun peşinde İzmir’e gidiyor. Oya yine Müzeyyen Hanım’ın kanatları altına sığınıyor.

Bu kalabalık ailenin inişli çıkışlı öyküsünü, birbirleriyle olan tanımlanamaz ilişkilerini Oya’ nın gözünden seyrediyoruz. Tanımlanamaz ilişkiler diyorum, çünkü bu insanları bir arada tutan duygunun sevgi mi, nefret mi, alışkanlık mı, mecburiyet mi yoksa intikam mı olduğunu anlayamıyorsunuz. Ya da hepsi mi?

Bir de Cem var. Oya’yla aynı yaşlarda. Sakat ve yalnız. Fakat aynı zamanda çok şanslı.  Çünkü karşı dairelerinde her daim devam eden bir çadır tiyatrosu oynanmakta. Çok kalabalık bir kadroyla. Kitap bölüm bölüm onun gözünden de ilerliyor. Cem karşı komşularını gözlemlerken ve onlarla hercümerç olurken, kendisi de bir şekilde özgüvenini kazanarak büyümenin yolunu buluyor.

Kitabın dili çok eğlenceli. Kitabı okurken, Ayça Şen’in bu genç yaşından bu kadar gözlemi ne ara biriktirdiğini düşündüm. Kitabın hikayesinin çok fazla kurgusal olmadığını, Oya’nın Ayça Şen’den çok fazla izler taşıdığını hissettim.

Kitap bana niye o kadar sıcak ve tanıdık geldi, tam olarak tespit edemiyorum. Belki bunda benim de çok kalabalık kuzenli, yeğenli, teyzeli, dayılı, enişteli, anneanneli bir ailede büyümemin bir etkisi olmuştur. Ya da benim çocukluğumun da 80li yıllarda geçmesinin. Ya da o çılgın ailenin bir parçası olmak istemenin. Bilemedim. Fakat kitapta üzerinde en çok düşündüğüm şey, tüm acayipliklerine rağmen, çocuklukları üzerinde sıkı bir kontrol kuran bu ailenin yetiştirdiği  3 kuzenin hayatlarının nerede kırıldığı ve normalden nasıl bu kadar uzaklaştıklarıdır. Okurken tahtaya vurup, Allahtan biz kuzenler de bir yerlerde kırılıp, hayattan savrulmamışız dedim.


http://web.archive.org/web/20100224104248im_/http:/www.neokudum.com/wp-content/plugins/wp-spamfree/img/wpsf-img.php

İkinci kez de keyifle okuduğum bu kitabı size tavsiye ediyorum. Ayrıca rastladığım en ilginç hidayete erme sahnelerinden biri de bu kitapta. Ebru nasıl hidayete erdi, öğrenmek için okuyun derim. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder