5 Mart 2010 Cuma



Franklin Flayer – Nicholas Christopher

Yazan: nazimo Kategori: Kurgu

Franklin Flayer 1929 yılında Büyük Buhran’ dan bir kaç saat önce, 11 aydır gidip geldiği işinden istifa etmiş ve biraz hava almak için çalıştığı ofisin de içinde yer aldığı Küre Binasının çatısına çıkmıştı. Uzaklardan gelen oyuncu bir rüzgar –belki de kaderin nefesi- başındaki sarı şapkasını uçurarak  karşıdaki Buz ve Ateş Sigorta  Şirketi binasının 60 katındaki açık bir camdan içeri savurdu. Franklin aşağıya inerek, şapkasını almak üzere söz konusu binadaki 6000 numaralı terkedilmiş ofise gitti. Bu 6000 numaralı ofise ilk girişiydi. 6000 numaralı ofis, onu ofise getiren sarı şapkası, ofiste üzerine uzanıp yattığı terk edilmiş koltuk, masada bulduğu bir kadın fotoğrafı ve kaderin onu itekleyen nefesi aslında bir şekilde onu bir daha hiç terk etmedi.

Kitap, 29 Ekim 1929 Kara Cuma’sından başlayarak, Franklin Flayer’ın 1942 yılına kadar başından geçen inanılmaz renkli ve heyecanlı olayları anlatıyor. Kah bir mucidin yanında yardımcı olarak çalışıyor, kah kutuplarda pusula deneyi yapan bir gemide miçoluk yapıyor. En önemli hayat arkadaşıyla da yolu burada kesişiyor. Batan gemiden sadece o ve geminin kedisi Archie kurtuluyor. Sonra da bir daha ayrılmıyorlar zaten. Derken kendini “zilyum” madenini II. Dünya Savaşın’ da Führer’in emrine sunmak isteyen karanlık adamların tercümanı olarak buluyor.

Bu arada hiç bıkmadan aklına gelen her fikri elindeki not defterlerine çiziyor. Aklına gelen fikirleri, ürüne, ürünü satışa, satışı da paraya çevirmeyi başarıyor. Zenginliğinin kaynağı karalama yaptığı defterleri oluyor.

Tüm bunlar yaşanırken, önce Avrupa’ da faşizmin ayak sesleri duyuluyor, sonra onun Amerika’ daki yansımaları. Derken II. Dünya Savaşı tüm korkunçluğuyla yaşlı kıtanın üzerine çöküyor. Geçmişte karşılaştığı insanlar ve sahip olduğu bağlantılar nedeniyle Franklin Flayer, savaşın soluğunu ensesinde hisseden ülkesi için önemli görevler almak zorunda kalıyor.

Kitapta arka planda anlatılan II. Dünya Savaşı fonu ne kadar gerçekse, Franklin Flayer’ın başından geçen diğer tüm olaylar da o kadar hayal mahsulü. Hani filmlerin veya dizilerin sonunda bazen yazılar akar önümüzden “bu filmde/dizide yer alan kişiler ve olayların hepsi hayal mahsulüdür, gerçekle bir ilişkisi yoktur” diye, aslında bu kitabın da sonuna böyle bir şey yazmak gerek. Eğer yazsalardı, ben de “zilyum” madeni ne ola ki diye internette araştırma yapmak zorunda kalmazdım. (zilyum kelimesi sadece Franklin Flayer ile ilgili metinlerin içinde geçiyor) Ya da Amerika’ da ki Küre Binasını araştırmazdım. (Ben mi biraz safım ne…..)

Franklin Flayer’ın II. Dünya savaşının atmosferinde hayalle örülmüş macerasını çok beğendim. Sizin de bunu okumanızı tavsiye ederim.
http://web.archive.org/web/20100401111046im_/http:/www.neokudum.com/wp-content/plugins/wp-spamfree/img/wpsf-img.php

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder