Kraliçe Loana’nın Gizemli
Alevi – Umberto Eco
Yazan: nazimo Kategori: Kurgu
Giambattista Bodoni 25 Nisan 1991 tarihinde başına gelen kaza nedeniyle
daldığı derin uykudan uyandığında, ne adının Giambattista Bodoni olduğunu, ne
içinde bulunduğu yılı, ne de Paola adında bir karısı, 2 kızı ve 3 torunu
olduğunu hatırlıyordu ama Napolyon döneminde yaşamış ünlü bir matbaacı
olan adaşı Giambattista Bodoni’yi gayet iyi hatırlıyordu. Bodoni’nin başına
gelen kaza her ne ise –bunu hiç bir zaman öğrenemiyoruz- hafızasında sıra dışı
bir hasar bırakmış; tüm entelektüel bilgi birikimi yerli yerinde dururken,
şahsına ait tüm anılarını elinden almıştı. Giambattista Bodoni ya da
ailesinin ona seslendiği adıyla Yambo artık geçmişi olmayan bir adamdı.
Hastaneden evine dönen Yambo,
hem ailesiyle, hem dostlarıyla hem de işiyle yeniden tanışmak zorundaydı. Bir
karısı olması güzeldi, Paola tatlı ve anlayışlı bir kadına benziyordu ama
kazadan önce onunla ilişkisi nasıldı, bunca yılın ardından onu hala seviyor
muydu, çok sık kavga ederler miydi? Bunların hiç birini hatırlamıyordu.
Kendisinin sahaf olduğunu söylemişlerdi. İş yerine gittiğinde sahip olduğu eski
kitaplar karşısında şaşkınlığa kapıldı. Çok kıymetli kitapları vardı. Her bir
kitabın basım yılına, basıldığı matbaaya, dizgisine, cildine baktığında o
kitabın kıymetini, değerini, nerede satılabileceğini biliyordu ama o kitabın
sahibi olduğunu, ne zaman ve nereden aldığını hatırlamıyordu.
Doktoru hafızasının zaman
içinde yerine geleceğini söylüyordu. Aradan günler geçmesine rağmen hafızasında
geriye gelen hiç bir şey yoktu. Karısının önerisi üzerine, hatırlamasına yardım
eder umuduyla, çocukluğunun geçtiği ve dedesinden kendisine kalan Solaro’daki
kır evine gitti. Günler boyunca evin tavan arasında bulduğu, çocukluğunun ve
ilk gençliğinin geçtiği yıllara ait kitapları, dergileri karıştırdı, plakları
dinledi. 1931 doğumlu Bodini’nin çocukluğu, İtalya’da faşizmin hüküm sürdüğü
yıllarda 2. Dünya Savaşının gölgesinde geçmişti. Evde bulduğu dergi ve
kitapları deli gibi okuyarak, resimlerine bakarak, bunların kendisini nasıl
etkilemiş olabileceğini düşünerek kendisine bir geçmiş inşa etmeye çalışıyordu.
Yambo, bu dokümanları
karıştırırken, dergilerde, çizgi romanlarda, okul kitaplarında, şarkılarda,
marşlarda yani İtalyan’ın kısa tarihinde Faşizmin çocukların beyinlerine,
insanların beyinlerine ekilmesi için nasıl bir politika izlendiğini, kendisine
ait hiç bir önyargısı olmaksızın -çünkü hatırlamıyor- görme ve irdeleme şansını
da buluyor. İtalya’nın o dönemdeki dış politikasına bağlı olarak kitaplarda öne
çıkan temalara, çizgi romanlarda değişen kahraman isimlerine, şarkı
sözlerindeki değişikliklere yazarla birlikte biz de tanıklık ediyoruz. Üstelik
yazar, tavan arasında bulduğu, dokunduğu ve kendisi için önemli olan tüm
dokümanları bizimle paylaşıyor. Kitap çok sayıda renkli görseli de içinde
barındırıyor. Eski kitap kapakları, dergi sayfaları, gravürler, pullar, çizgi
roman sayfaları, dünyanın dört bir yanından toplanmış sigara paketleri, eski
çay kutuları, kahve kutuları, şişeler, resimler, fotoğraflar, ders kitapları,
oyuncaklar, gazeteler, ilanlar, kompozisyon ödevleri……
Daha sonra Yambo’nun geçmişini
hatırlamasına tanık oluyoruz. Kaybettiği tüm hatıraları, bir bir sırasıyla hafızasına
geri geliyor ve geriye gelenleri de bizimle paylaşıyor. Bu bölümde hem
Yambo’nun hayatını öğreniyoruz, hem de Yambo’nun gerçek hayatı ile, ön
yargılarını unutmuş Yambo’nun tavan arası araştırmalarıyla kendisine
yakıştırdığı hayatı arasındaki farkı görüyoruz. Bu karşılaştırma da okuyucu
için şaşırtıcı oluyor. Ayrıca kırık bir aşk hikayesine de tanıklık
ediyoruz, tohumları tıpkı faşizm gibi çok genç yaşlarda atılmış, bir türlü
tamamen unutulamamış kırık bir aşk hikayesine…..
Kitapda beni en çok etkileyen
kısım; Yambo’nun Sorano’da gittiği kilisenin bahçesinde arkadaşlık ettiği,
veremli, dinsiz, anarşist ruhlu Garangola’nın neden yanında neşter taşıdığına
dair yaptığı açıklamadır;
“Adi adamın tekiyim de ondan. Bildiğim ve yaptığım şeyler yüzünden SS’ler ya da Kara Gömlekliler beni bir gün ellerine geçirirlerse, işkence yaparlar. İşkence yaparlarsa konuşurum, çünkü acıdan korkarım ben. Konuşursam da arkadaşlarımı ölüme yollarım. Onun için yakaladıklarında bu neşterle boğazımı keseceğim. Canım acımaz, bir saniyede şak diye keserim. Böylece herkese kazığı atmış olurum: önce hiçbir şey öğrenemeyecekleri için faşistlere, sonra günah olduğu halde intihar ettiğim için rahiplere, sonra da Tanrı’ya, onun karar verdiği zaman değil, dilediğim zaman öldüğüm için. Al sana.”
Keşke her korkak böyle olsa
demek istiyorum …
Kitabı özünde beğendim,
özellikle içindeki görseller çok hoşuma gitti. Ama tüm okuma boyunca şu fikri
kafamdan atamadım. Eminim bu kitap bir İtalyan okuyucu için çok daha özel
olacaktır. Bir şekilde orada anlatılan kitaplar, dergiler, çizgi roman
kahramanları hayatının bir köşesine değmiş olacak, ona benden çok daha kolay
ulaşacak, hatta içini ısıtacaktır. Ben kitaptaki dokümanlara biraz yabancılık
çektim. Yambo İtalyanca dışında İngilizce ve Fransızca da konuşuyor.
Dolayısıyla zaman zaman hafızasına çeşitli kitaplardan alınmış Fransızca ve
İngilizce metinler de geliyor. Ama çevirmen bu satırları dip not koymaksızın
kendi orijinal dilleriyle metin içinde bırakmış. Bu nedenle metinde anlamı
kuvvetlendiren bir şeyleri kaçırıp kaçırmadığımızı bilemiyoruz.
Solaro’da bir tavan arasını
Yambo’yla birlikte karıştırmaktan büyük keyif aldım. Her okuyucunun da kendi
geçmişi ve bilgi birikimi doğrultusunda bu serüvende farklı lezzetler
bulacağına inanıyorum.
Meraklılarına duyurulur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder