23 Ağustos 2010 Pazartesi



Zindankale – Sezgin Kaymaz


Yazan: nazimo Kategori: Fantastik| Kurgu

Korkunç bir kabus Ankara’da 2 ayrı evde birbirini tanımayan iki ayrı kişi tarafından aynı anda görülüyor. Hem de bir kez değil, 3 gece üst üste. Aynı detayda, aynı gerçeklikte ve üstelik noktası, virgülü değişmeksizin. O kadar canlı ve gerçek bir kabus ki, rüyayı paylaşan 30 yaşındaki iki genç; Davut ve Çiğdem rüyanın sabahında yataklarını ıslatmış olarak uyanıyorlar. Hem de üç gece üst üste. Davut rüyasını dedesine, Çiğdem annesine anlatıyor. Paylaşılan rüya bu iki eve de bomba gibi düşüyor. 30 yıldır saklanan sırlar, sanki zincirlerinden boşanmışçasına saklandıkları yerlerden kopup geliyorlar. Yataklarını ıslatan masumların hiç bir şeyden haberleri yok. Ne rüyayı neden gördüklerini biliyorlar, ne de gördükleri rüyanın kendileri için ne kadar önemli olduğunu. Tıpkı Davut’un 30 yıllık dedesi Şadıman Beyefendi’nin (soyadı Beyefendi) dediği gibi; hiç bir şey durup dururken olmuyor, olduruluyor.

Çiğdem’in annesi Sevim Hanım’ın içine bir ateş düşüyor. Yıllar sonra günahlarıyla yüzleşiyor. Siroz hastası kardeşi Selim ve ahretlik komşusu Rüveyde onu konuşması için zorluyor. Davut’un dedesi sırrın tek sahibi değil. O da sırdaş arkadaş meclisini topluyor. Buzdolapçı Ali Fuat, Uzun Sedat, Sağlık Kabinci Kamil. Hepsi sırların artık açığa çıkması gerektiğini biliyor, bu gerçeği kabul ediyor ama nasıl yapacaklarına bir türlü karar veremiyorlar. Onlar anlatmaktan kaçındıkça, kader onlara mesaj yollamaya devam ediyor. Davut’la Çiğdem’in rüyaları kaldığı yerden devam ediyor. Konuşmaktan kaçınmaya çalışmanın anlamı yok. Onlar gerçekleri rüyalarında görmeden evvel, gerçekler usturuplu bir şekilde bu gençlere anlatılmalı. 


Sevim, Selim, Şadıman Efendi, Sağlık Kabinci Kamil, Uzun Sedat ve Buzdolapçı Ali Fuat  sakladıkları sırlarla yüzleşirken ve vicdanlarıyla mücadele ederken; kader son sürat Davut ve Çiğdem için ağlarını örüyor. Birileri elini çabuk tutmak zorunda. Her yerde izleyen, gözleyen ve gizlenen gölgeler var. Davut’la Çiğdem’e çaresizce yardım etmek istiyorlar. Ama onlar vücutları olmayan gölgeler. Onların sessiz çığlıklarını kimseler duymuyor. Gölgelere kaynağı belirsiz yaramaz ışık topları eşlik ediyor. Sağda solda oynaşarak dikkat çekmeye çalışıyorlar.
Ankara sokaklarında 30 yıl önce yazılan alın yazısının son satırları okunuyor. Peki yazılanları silme gücü ne pahasına kimin elinde…..
Kir toz içinde leş gibi bir odadaydılar… Şahit ürktü. Öbür şahit de ürktü. Ahşap döşemenin kararan tahtaları birbirinden çürük dişler gibi ayrılmıştı. Ayrıklarda böcek ölüleri vardı, kımıl kımıl böcek dirileri vardı. Yer yer kurumuş dışkı öbekleri seçiliyordu; ne dışkısı olduğu belirsiz… Çok fena… Oda loştu da değil gibiydi hem. Belki gündüzdü ama belki de değildi… Bilinemiyordu. Yırtıla yırtıla balık ağına dönmüş perdelerden ışık huzmeleri süzülüyor gibiydi. Gündüz vaktiymiş sanki, ya da geceymiş de dışarıdan ışık vuruyormuş. Bilinemiyordu…  İnsanın “Gündüz” diyesi geliyordu; öyle arzu ediyordu çünkü. Sızan ışık huzmelerinden bir tanesi pek oyunbazdı. Bir şeyler aranırmış gibi, sanki bir tutam ışık değilmiş de, dışarıdan aklı başında birinin kasten tuttuğu  bir el fenerinin ışığı gibi gezinip duruyordu ortada. Bir yaramazın tuttuğu horoz ayna yansıması?.. Oyunlar oynuyor, hopluyor, zıplıyor, fır dönüyordu orta yerde.
Yukarıdaki bölümle başlayan kitap, beni daha ilk paragrafından içine çekmeyi başardı ve kitabı en başından en sonuna kadar büyük bir merakla okudum. Her şeyden evvel kitap beni diliyle çarptı. Sezgin Kaymaz olayları öyle bir anlatmış ki, mekanlar gözümde canlandı, kişiler dile geldi. Sanki kitap okumadım da bir film seyrettim. Bence anlatımı gücünü kahramanlarına yazdığa diyaloglardan alıyor. Tüm kahramanlar kendi dilinde konuşuyor. Onlar konuştukça kahramanları ete kemiğe bürünüyor, tanıdık, aşina insanlar haline geliyor.  Ayrıca kitabın kurgusu da çok başarılı. Olaylar ilerlerken aynı zaman diliminde değişik mekanlardaki kahramanların neler yaptığını izliyoruz. Okuyucunun gözündeki kamera bir o mekana zum yapıyor bir bu mekana. Her bölümün başında Mevlana’dan alıntılar yapılmış. Okuyorsunuz ve geçiyorsunuz. Ama geçmeyin. Onlar oraya boşuna konmamış. Niye konduğunu anlamak için bölüm bittikten sonra dönüp tekrar okuyun. Alıntı, kitabın bütünlüğü içindeki yerini o zaman alıyor.

Zindankale’yi gerçekten çok keyif alarak okudum. Kitap bitmesine rağmen beynimde henüz bitemedi. Defalarca kere kendimi olayları, kahramanları düşünürken yakaladım.. Halen kitabın bazı bölümlerini tekrar tekrar okuyorum.Size de mutlaka okumanızı tavsiye ediyorum.
Zindankale hakkında yazarla Radikal Kitap eki için yapılan söyleşiyi aşağıdaki linkte bulabilirsiniz.
http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=ktp&haberno=3286
http://web.archive.org/web/20101214170007im_/http:/www.neokudum.com/wp-content/plugins/wp-spamfree/img/wpsf-img.php

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder