Zindankale – Sezgin Kaymaz
Korkunç bir kabus Ankara’da 2 ayrı evde birbirini tanımayan iki ayrı kişi
tarafından aynı anda görülüyor. Hem de bir kez değil, 3 gece üst üste. Aynı
detayda, aynı gerçeklikte ve üstelik noktası, virgülü değişmeksizin. O kadar
canlı ve gerçek bir kabus ki, rüyayı paylaşan 30 yaşındaki iki genç; Davut ve
Çiğdem rüyanın sabahında yataklarını ıslatmış olarak uyanıyorlar. Hem de üç
gece üst üste. Davut rüyasını dedesine, Çiğdem annesine anlatıyor. Paylaşılan
rüya bu iki eve de bomba gibi düşüyor. 30 yıldır saklanan sırlar, sanki
zincirlerinden boşanmışçasına saklandıkları yerlerden kopup geliyorlar.
Yataklarını ıslatan masumların hiç bir şeyden haberleri yok. Ne rüyayı neden
gördüklerini biliyorlar, ne de gördükleri rüyanın kendileri için ne kadar
önemli olduğunu. Tıpkı Davut’un 30 yıllık dedesi Şadıman Beyefendi’nin (soyadı
Beyefendi) dediği gibi; hiç bir şey durup dururken olmuyor, olduruluyor.
Çiğdem’in annesi Sevim
Hanım’ın içine bir ateş düşüyor. Yıllar sonra günahlarıyla yüzleşiyor. Siroz
hastası kardeşi Selim ve ahretlik komşusu Rüveyde onu konuşması için zorluyor.
Davut’un dedesi sırrın tek sahibi değil. O da sırdaş arkadaş meclisini
topluyor. Buzdolapçı Ali Fuat, Uzun Sedat, Sağlık Kabinci Kamil. Hepsi sırların
artık açığa çıkması gerektiğini biliyor, bu gerçeği kabul ediyor ama nasıl
yapacaklarına bir türlü karar veremiyorlar. Onlar anlatmaktan kaçındıkça, kader
onlara mesaj yollamaya devam ediyor. Davut’la Çiğdem’in rüyaları kaldığı yerden
devam ediyor. Konuşmaktan kaçınmaya çalışmanın anlamı yok. Onlar gerçekleri
rüyalarında görmeden evvel, gerçekler usturuplu bir şekilde bu gençlere
anlatılmalı.
Sevim, Selim, Şadıman Efendi,
Sağlık Kabinci Kamil, Uzun Sedat ve Buzdolapçı Ali Fuat sakladıkları
sırlarla yüzleşirken ve vicdanlarıyla mücadele ederken; kader son sürat Davut
ve Çiğdem için ağlarını örüyor. Birileri elini çabuk tutmak zorunda. Her yerde
izleyen, gözleyen ve gizlenen gölgeler var. Davut’la Çiğdem’e çaresizce yardım
etmek istiyorlar. Ama onlar vücutları olmayan gölgeler. Onların sessiz
çığlıklarını kimseler duymuyor. Gölgelere kaynağı belirsiz yaramaz ışık topları
eşlik ediyor. Sağda solda oynaşarak dikkat çekmeye çalışıyorlar.
Ankara sokaklarında 30 yıl
önce yazılan alın yazısının son satırları okunuyor. Peki yazılanları silme gücü
ne pahasına kimin elinde…..
Kir toz içinde leş gibi bir odadaydılar… Şahit ürktü. Öbür şahit de ürktü. Ahşap döşemenin kararan tahtaları birbirinden çürük dişler gibi ayrılmıştı. Ayrıklarda böcek ölüleri vardı, kımıl kımıl böcek dirileri vardı. Yer yer kurumuş dışkı öbekleri seçiliyordu; ne dışkısı olduğu belirsiz… Çok fena… Oda loştu da değil gibiydi hem. Belki gündüzdü ama belki de değildi… Bilinemiyordu. Yırtıla yırtıla balık ağına dönmüş perdelerden ışık huzmeleri süzülüyor gibiydi. Gündüz vaktiymiş sanki, ya da geceymiş de dışarıdan ışık vuruyormuş. Bilinemiyordu… İnsanın “Gündüz” diyesi geliyordu; öyle arzu ediyordu çünkü. Sızan ışık huzmelerinden bir tanesi pek oyunbazdı. Bir şeyler aranırmış gibi, sanki bir tutam ışık değilmiş de, dışarıdan aklı başında birinin kasten tuttuğu bir el fenerinin ışığı gibi gezinip duruyordu ortada. Bir yaramazın tuttuğu horoz ayna yansıması?.. Oyunlar oynuyor, hopluyor, zıplıyor, fır dönüyordu orta yerde.
Yukarıdaki bölümle başlayan
kitap, beni daha ilk paragrafından içine çekmeyi başardı ve kitabı en başından
en sonuna kadar büyük bir merakla okudum. Her şeyden evvel kitap beni diliyle
çarptı. Sezgin Kaymaz olayları öyle bir anlatmış ki, mekanlar gözümde canlandı,
kişiler dile geldi. Sanki kitap okumadım da bir film seyrettim. Bence anlatımı
gücünü kahramanlarına yazdığa diyaloglardan alıyor. Tüm kahramanlar kendi
dilinde konuşuyor. Onlar konuştukça kahramanları ete kemiğe bürünüyor, tanıdık,
aşina insanlar haline geliyor. Ayrıca kitabın kurgusu da çok başarılı.
Olaylar ilerlerken aynı zaman diliminde değişik mekanlardaki kahramanların
neler yaptığını izliyoruz. Okuyucunun gözündeki kamera bir o mekana zum yapıyor
bir bu mekana. Her bölümün başında Mevlana’dan alıntılar yapılmış. Okuyorsunuz
ve geçiyorsunuz. Ama geçmeyin. Onlar oraya boşuna konmamış. Niye konduğunu
anlamak için bölüm bittikten sonra dönüp tekrar okuyun. Alıntı, kitabın
bütünlüğü içindeki yerini o zaman alıyor.
Zindankale’yi gerçekten çok
keyif alarak okudum. Kitap bitmesine rağmen beynimde henüz bitemedi. Defalarca
kere kendimi olayları, kahramanları düşünürken yakaladım.. Halen kitabın bazı
bölümlerini tekrar tekrar okuyorum.Size de mutlaka okumanızı tavsiye ediyorum.
Zindankale hakkında yazarla
Radikal Kitap eki için yapılan söyleşiyi aşağıdaki linkte bulabilirsiniz.
http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=ktp&haberno=3286
http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=ktp&haberno=3286
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder