Usta ile Margarita – Mihail
Bulgakov
Yazan: nazimo Kategori: Fantastik| Kategori Dışı| Kurgu
Kitabı bitireli bayağı oldu.
Yani bu yazıya başlamadan önce demlenmesi için yeterince bekledim. Kitabın arka
kapağında Usta ile Margarita’nın bir baş yapıt olduğu yazıyor. Ben de aynen
öyle düşünüyorum.
Bugalov 1891 yılında doğmuş ve
eserini tamamladığı 1940 yılında ölmüş. Eserin yazılması 12 sene sürmüş. Kitap
da ölümünden ancak 26 yıl sonra, o da bazı bölümlerinin sansürlenmesi suretiyle
basılabilmiş ve kendi ülkesinde kendi insanları tarafından okunmuş. Bukalov’un
hayatının talihsiz bir hayat olduğunu düşünüyorum. Neredeyse tüm ömrü Stalin’in
iktidarında geçmiş. Küs olduğu bir sistemin içinde yaşamak zorunda kalmış. Bu
nedenle bana göre bu kitap sisteme karşı sessiz bir baş kaldırış.
Bence
yazılması da ondan 12 sene sürmüş. Sanki “Konuşamıyorum ama yazıyorum” der
gibi.
Kitap üç ana öyküden oluşuyor;
birinci öyküde Moskova’ya gelen Şeytan ve çetesinin yarattığı karmaşa,
ikinci öyküde Filistin Valisi Pontius Pilatus’un gözünden, yani birinci
ağızdan, İsa’nın yargılanma süreci ve çarmıha gerilmesi, bilinen öyküden
farklı bir şekilde anlatılıyor. Olayın bu versiyonunu okurken karar
sürecindeki Pilatius’un yaşadığı duygusal gelgitlere de tanık oluyoruz. Son
öykü de ise; zengin bir uzmanın karısı olan, mavi kanlı güzel Margarita’yla aşk
yaşayan, sonra Pilatus hakkında yazdığı kitabın kendisinde yarattığı duygusal
baskıya dayanamayarak akıl hastanesine düşen Usta’nın hikayesine ve onların
umutsuz aşklarına tanık oluyoruz.
İlk iki öykü aynı zaman
diliminde, Stalin’in Moskova’sında geçiyor. Kitap M.A.S.S.O.L.İ.T.’in başkanı
(Moskova’nın en büyük edebiyat kuruluşlarından biri) Mihail Alexandroviç
Berlioz ile ateizmin halk arasında yaygınlaştırılması için İsa hakkında şiir
sipariş ettiği şair İvan Mikolayeviç Ponirev arasındaki buluşmanın anlatıldığı
bölümle başlıyor. Berlioz, Ponirev’e yazdığı şiirin İsa’yı kötülediğini ama bu
durumda İsa’nın varlığının kabul edilmiş olduğunu, halbuki yazılacak şiirin ana
fikrinin İsa’nın aslında hiç var olmadığı gerçeği üzerine inşa edilmesi
gerektiğini anlatırken, esrarengiz görünüşlü bir adam, Şeytan, Profesör Woland
kimliğinde yanlarında beliriverir ve “ben öyle düşünmüyorum” diyerek tartışmaya
katılır. İşte hikaye de böyle başlar.
Şeytan ve arkadaşları, Stalin’in yarattığı yeni düzenin ürünü olan içi
boşaltılmış, altı oyulmuş tüm kurumlara ve kokuşmuş, yozlaşmış sözde aydınlara,
içlerindeki çürümüşlüğe ayna tutacak oyunlar hazırlayarak, onlara aslında ne
kadar iğrenç olduklarını gösterirler. Bu oyunlar şeytan ve arkadaşları için ve
de okuyucu için çok eğlencelidir ama oyunların kurbanları için yaşadıkları
oldukça yıkıcıdır. Hepsi ayrı ayrı bedeller ödemek zorunda kalır, hatta
pek çoğu yaşadıklarının sonucunda Usta’nın yattığı akıl hastanesine misafir
olurlar.
Şeytanın arkadaşları dediğimizde aklına cehennem kaçkını zebaniler
falan gelmesin. Kareli elbiseli, uzun boylu, zayıf bir herif, Koroviyev ya da
Fagot, zaman zaman kapkara, tombul bir kedi görünümünde, zaman zaman da kedi
suratlı, kısa boylu tombul bir adam görünümündeki Begamot, kırmızı saçlı bir
kadın olan vampir Azazello.
Okurken Şeytanın bu hikayedeki
rolünü sorgulamak ihtiyacı hissettim. Şeytan fütursuzca oyunlarını kurbanlarına
uygularken, bir taraftan da adaletin dünya üzerinde tecelli etmesine hizmet
ediyordu. Sanki şeytan, Tanrı’nın yeryüzündeki varlığının kanıtı ve onun ilahi
adaletinin eli gibiydi. Belki de ruhunu şeytana satmanın bedeli her zaman
ödenemeyecek bir bedel olmayabilirdi. Mesela Margarita’nın ödediği bedel miydi,
yoksa ödül mü?
Yazarın elindeki malzeme
sınırsız güce ve gayet gelişmiş bir espri anlayışına sahip bir şeytan olunca,
ortaya keyfine doyulmayan fantastik bir roman çıkmış. İçinde neler neler yok
ki; cadılar, uçan süpürgeler, konuşan kediler, vampirler, kendi kendine hareket
eden takım elbiseler, illüzyon numaraları, uçan domuzlar, su perileri, kesik
kafalar… Yazar bu üç hikayeyi öylesine güzel bir şekilde birbirine
harmanlamış ki, her hikaye diğer ikisinin bütünlemiş, anlamını derinleştirmiş
ve hepsini aynı bütünün parçaları haline getirmeyi başarmış.
Stalin dönemi Rus edebiyat
tarihi hakkında bilgi sahibi olan okuyucuların kitabın satır aralarından daha
farklı anlamlar çıkaracağını düşünüyorum. İnternette kitabın bu yönünden
bahseden yazılara rastladım ama konu hakkında bilgim olmadığı için yazılanları
doğrulayamıyorum, o nedenle burada paylaşmıyorum.
Bir konuya değinmeden yazımı
bitirmek istemedim. Kitabı okurken kendimi birbirinden uzun Rus isimlerinin
arasında kaybolmuş hissettim. İsimler yetmezmiş gibi, bir de esas isimlere
benzemeyen kısaltma isimlerle mücadele etmek zorunda kaldım. Umarım
yazımda isimleri yanlış yazmamışımdır….
Son söz olarak diyebilirim ki,
bence bir başyapıt olan Usta ile Margarita’yı okumadan ölmeyin. İsimler için de
ufak bir not kağıdı kullanmanızı da şiddetle tavsiye ederim.
İnternette Usta ile Margarita
hakkında bulduğum en iyi yazıya http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=ktp&haberno=2532 adresinden ulaşabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder