Kar Kokusu, Ahmet Ümit’in Moskova’nın karları altında geçen politik gerilim
romanı. Türkiye’de 1980 ihtilali yaşanmıştır ve asker Türkiye’deki sol örgüt ve
parti üyelerine karşı büyük bir sürek avı başlatmış ve yakalananlar hepimizin
bildiği malum süreçlerden geçmektedirler. Türkiye’nin bu karışık zamanlarda bir
grup TKP parti üyesi yoldaş, Moskova’nın kuzeybatısında Kurkino’da,
Uluslararası Leninizm Enstitüsünde, Sovyetler Birliği Komünist Partisinin
davetlisi olarak eğitim görmektedir. Uluslararası Leninizm
Enstitüsü tüm dünyadan yoldaşların geldiği ve Marksizm konusunda eğitim
aldığı bir okuldur. Yani gün içinde 72 milletten 72 lisanı duymak mümkündür.
O günlerde Sovyetler
Birliği’nde değişim ve yeniden yapılanma sözcükleri evvelce hiç kullanılmadığı
kadar çok telaffuz edilmeye ve tekrar tekrar söylenmeye başlanmış olup,
devrim biraz yorgun gözükmektedir.
Kitap ilk sayfasından itibaren
Moskova’nın yoğun karı altında ilerliyor. Kitabın adında olduğu gibi gerçekten
de karın kokusunu, yoğunluğunu okurken hissedebiliyorsunuz. Zaten tüm hikaye;
Türk kolektifinden Yoldaş Mehmet’in kanının bu karlar üzerine akması ve orada
donarak kırmızı buzlar oluşturmasıyla başlıyor. Mehmet’in öldürülme haberi,
Enstitüdeki Türk Kolektifinin ortasına bomba gibi düşüyor
Sonra karların üzerinde,
sadece öğrenci ve öğretmenlerin değil, hem Türk hem de Rus gizli servisinin
ayak izlerinin olduğunu da fark ediyorsunuz. İzler birbirine karışırken, tamamı
zanlı haline gelen Türk kolektifine, Türkleri çok seven, uzun yıllar
İstanbul’da yaşamış, öğretmenleri Leneoid, hem yoldaşları hem de çevirmenleri olarak
yardım etmeye çalışıyor.
“Bu okulda Türkiye’den gelen öğrenciler arasında onu etkileyen neydi? Bu soruyu defalarca kendine sormuş, her seferinde farklı yanıtlar bulmuştu. Bir keresinde komünistlerin iktidar için değil muhalefet için yaratıldıklarına kadar götürmüştü işi. Yaşanan 70 yıllık deneyim iktidar işinde çuvalladıklarının en açık kanıtıydı. Ama faşizme karşı direnişte, demokratik haklar için savaşımda, savaş kışkırtıcılığına karşı durmada destanlar yaratmıştı komünistler. Yabancılaşmayı ortadan kaldırmışlar, aşkı aşk, şiiri şiir yapmışlardı. Ama iktidar oldukları andan itibaren bütün büyü bozulmuş, kapitalist ülkedekilere benzer bir yabancılaşma, belki de katmerlisi insanların başına bela olmuştu.”
Andrey: Türkleri seviyorsun değil mi? Leonid: Evet seviyorum. A: Neden? L: Söyleyeceklerim belki sana garip gelecek ama, onlar bizde çoktan ölen devrimin ruhunu temsil ediyorlar. Konuşmaları, mimikleri, giyim kuşamları bana 1905 devrimini hatırlatıyor. A: 1905 mi. Niye Ekim 1917 değil de 1905? L: İktidar kirletir. 1905’te devrimcilerin umutları henüz kirlenmemişti.”
Kitap, seçtiği konu, anlatım
şekli, gerilim ve merak atmosferini yaratması bakımından gayet başarılı.
Okurken çok keyif aldım. Sizlere de tavsiye ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder