Romanın kahramanı C, “zengin değil, paralı” bir adam ve parayla ilişkisi de sadece ihtiyaçlarını karşılamaya yöneliktir. Çok zengin bir hayat sürdüğü söylenemez ama kendisine kalan miras, çalışmayıp aylaklık (tembellik değil) etmeye yetecek kadar da para sağlamaktadır ona.
Her şeye muhalif olan C, insanların rutinlerinden, alışkanlıklarından ve tekdüzeliklerinden nefret eder. Müşteri muamelesi görmemek için hep farklı yerlerde yer yemeğini, hep farklı berberlerde kestirir saçını.
Yalnızdır. Genellikle memnundur da bu seçilmiş yalnızlığından. Ama bazen de sormadan edemez;“Rahatsınız. Hem ne kolay rahatlıyorsunuz. İçinizde boşluklar yok. Neden ben de sizin gibi olamıyorum? Bir ben miyim düşünen? Bir ben miyim yalnız?”
Çevresindeki hiç bir ayrıntıyı kaçırmaz, belki de bu sebeple kötümserdir ve kendince haklıdır kötümser olmakta. “Neden bu kadar kötümsersin?”diye sorana “Sen neden değilsin?” diye cevap verir.
Ona göre açmazdadır kişi: “Bütün çağların trajedisi bu, Ku-ya-ra; ‘Kumda yatma rahatlığı.’ A-da-ko; ‘Ağaç dalı kompleksi.’ Şimdi kumda yattığım için kuyara diyorum. Daha da genişletilebilir. Kuyara, alışılmış tatların sürüp gitmesindeki rahatlıktır. Düşünmeden uyuyuvermek. Biteviye geçen günlerin kolaylığı. Ya adako? Ağaç dalındaki, gövdeden ayrılma eğilimini fark ettin mi bilmem? Hep öteye öteye uzar. Gövdenin toprağa kök salmış rahatlığından bir kaçıştır bu. Özgürlüğe susamışlıktır. Buna ben ‘ağaç dalı kompleksi’ diyorum. Genç hastalığıdır. Çoğunlukla kuyara dişidir. Adako erkek. Pek seyrek cins değiştirdikleri de olur. Ağaç dalı kompleksine tutulmuş kişi tedirgindir. İnsanların ağaç dallarını budayıp gövdeye yaklaştırdıkları gibi, yakınları onun içindeki bu Adako’yu da budarlar. Onu gövdeden ayırmamak için ellerinden geleni yaparlar. Kimi insana ne yapılsa yararı olmaz. Asi daldır o. Ayrılır. Balta işlemez ona.”
Zaman zaman yazarın gözünden, zaman zaman da C’nin gözünden anlatılan hikaye bir arayış hikayesidir. C arayışların adamıdır. Aşkı arar o,“O kadın”ı arar. Kendini, hatta tüm dünyayı unutacak kadar C’yi sevebilecek O kadını. Onun günlüğünde 23 temmuz’un karşında “Onu seviyorum” yazdığını okuyunca “yalan” der içinden, “Beni sevseydin o günün tarihini bilmezdin.”
Açtığı yoldan daha sonra Oğuz Atay’ın da geçtiği, 1957 yılında yayınlandığında Türk edebiyatında çağdaş bireyi trajedisi ve yabancılaşması ile yansıtan ilk roman olarak öne çıkan Aylak Adam hakkında daha çok şey söylemek istesem de, “Ne yamansınız dökme kalıplarınızla; bir şeyi onlara uydurmadan rahat edemezsiniz.” dediği için C ve çok da hak verdiğim için bu lafına, korkuyorum kendi kalıplarıma dökmekten bu kitabı ve susuyorum burada.
Ama yine de eklemeden duramıyorum: Aylak Adam C’yi sevdiğimden çok emin değilsem de Elfy olarak, 50 yıldır hiç eskimemiş, eskiyeceğe de benzemeyen Aylak Adam romanı önünde büyük bir saygı ile eğiliyorum. Artık biliyorum ki, eğer Aylak Adam’ı okumasaydım, bir çok açıdan ama özellikle de bir okur olarak eksik kalırdım. Bitirdikten sonra da, baş ucuna konulup, iyi edebiyata susadıkça rasgele bir sayfa açılıp, bir yudum alınacak bir kitap Aylak Adam.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder