26 Ağustos 2010 Perşembe

Sirius'tan Gelen Kurbağa - Tom Robbins


Yazan: nazimo Kategori: Fantastik| Kurgu

Sirius’dan Gelen Kurbağa 4 günlük bir zaman dilimini anlatıyor. Daha kesin bir süre vermek istersem – bunu neden istiyorsam- 5 Nisan Perşembe saat 16:00’dan 9 Nisan Pazartesi sabah 05:59’ka kadar geçen süreyi. 

Gwendolyn Mati genç, hırslı, başarı ve parayı seven bir borsa simsarı. Amerika’da finans dünyasında işlerin ters gittiği bir Paskalya arifesinde hem kendisinin hem de müşterilerinin yatırımlarını yok etmiş olabilir. Aksi gibi Paskalya arifesi Perşembeye gelmiş. Cuma borsalar kapalı ve bu nedenle Pazartesi sabahına kadar sürecek acımasız bir beklemeyi tamamlamak zorunda. Gwen Mati içine Filipin karışmış bir melez; kafası karışık –sonradan intihar eden- şair bir anne ve bereketli tabiat ananın insanlığa bahşettiği doğal uyuşturuculardan sonuna kadar faydalanan, marjinal gece kulüplerinde müzisyenlik yapan sıra dışı bir babanın kızı.

Tırnaklarıyla kazıyarak bulunduğu yere gelmeyi başarmış. Borcu ödenmemişte olsa kullandığı bir Porsche’si ve pahalı markalara sahip kıyafetleri var. Onların da çoğunun parası henüz ödenmemiş olabilir.  O uğursuz Paskalya arifesinde, iş çıkışında müşterilerinin çoğunluğunu kendisi gibi taze vurgun yemiş simsarların oluşturduğu bir bara gidiyor. Barda herkes bekleşiyor. Umut vaat eden bir şeyler duymayı bekliyor. Tam o sırada Gwen efsane simsar Larry Diamond’la karşılaşıyor. Bu orta yaşlı uzun saçlı, hırpani görüntülü adam eskiden borsada yaptığı işlerle ilgi uyandırırken artık her şeyi bırakıp gittiği Timbuktu’daki hayatıyla dikkatleri üzerine çekiyor. Timbuktu’dan gelen efsanevi Larry Dimanond. 

Gwen’în bir de sevgilisi var. Belford. Emlakçılık yapıyor, çok dindar ve kendisi gibi dindar yaptığına inandığı bir makak maymunuyla –Andrea- birlikte yaşıyor. Tabi ev arkadaşı olarak. Andrea zaten bir erkek maymun. Borsanın çöktüğü gün maymun ortadan kayboluyor. Larry onu maymuna  ulaştırabilecek bir ipucunun peşinden gitmek  için şehirden ayrılmak, dolayısıyla da Gwen’i yalnız bırakmak zorunda kalıyor. Maymunu aramak ve yakalamaya çalışmak da darbelenmiş simsarımıza kalıyor. Gwen’in hem apartman komşusu hem de en yakın arkadaşı 130 kiloluk vücudunu daha da dikkat çekici yapan renkli elbiseler giyen, hayatını tarot falı bakarak kazanan Q-Jo da bu dört günlük serüvende önemli bir yere sahip. Ama varlığıyla değil de, yokluğuyla. Çünkü Q-JO kimseye bir şey söylemeden ortadan kayboluyor.

Bir de Dr. Yamaguçi var. Japon bir bilim adamı ve bağırsak kanserine çare bulduğuna inanıyor. Bu konuda ki bilimsel çalışmalarını açıklamak üzere Amerika’ya geliyor.
Bir de tarot destesindeki budala kartı var. Gwen’in son zamanlarda Q-JO ile yaptığın tarot falı seanslarında her seferinde desteden çekmeyi başardığı “Budala” kartı.

Sonra Sirius A ve Sirius B yıldızları var, Afrika’da yaşayan Bozo ve Dogon kabileleri var. Onların binlerce yıldır nesilden nesile aktararak günümüze getirdikleri Sirius gezegenine ait bilgiler var. Kurbağalar var. Milyonlarca yıldır gezegenimizde her koşula uyum sağlayarak yaşayan, ama son zamanlarda bilinmeyen sebeplerden dolayı türlerindeki çeşitlilikleri azalan kurbağalar. Sonra Diamond’un bir Bowling salonunun altındaki evi paylaştığı Kızılderili arkadaşı Fırtına var. Yukarıdaki salondan gelen, yuvarlanan bowling topu ve yıkılan kukaların çıkardığı gürültü alt katta kalan Fırtına’ya terk etmek zorunda kaldığı memleketinin gök gürültüsü ve fırtına seslerini anımsattığı için ona bir çeşit aidiyet duygusu ve huzur veriyor.

Tüm bu karmaşanın arasında Gwen ve Larry birbirine doğru şiddetle itiliyorlar. İtilmenin şiddetiyle yaşadıkları çarpışmanın etkisinden ikisi de dönüşüme uğrayarak çıkarlarken, içinde yaşadıkları  toplumunun  kokuşmuş değerlerini de –bunu ben söylemiyorum Larry söylüyor- gözden geçirip bir muhasebe yapma şansına sahip oluyorlar. Larry’nin tabiriyle yaşanan bu dönüşüm süreci   Gwen’i, 9 Nisan Pazartesi sabahı, zihinsel ve ruhsal olarak, 5 Nisan Perşembe günü saat 16:00’da asla aklın geçirmediği ve asla hayal edemeyeceği yerlere getiriyor.

Aslında kitaptan alıntı yapılabilecek pek çok şey var ama, ben en cok Larry’nin Gwen’e söylediği şu cümleyi beğendim. Çok kısa ama çok vurucu;
  
“Burası özgürlükler ülkesi olabilir sevgilim, ama götünün senin olduğunu sanıyorsan kendini kandırıyorsun.”

Onlar hem yaşamın içinde hem de düşüncelerinde  Tom Robbins’in çılgın cümlelerinin rehberliğinde bir Seatle’a bir Sirius gezegenine bir Timbuktu’ya ve daha bir sürü yere atlayıp zıplarlarken siz de okuyucu olarak onların peşinde koşturup duruyorsunuz. Bu koşturmayı takip etmesi zaman zaman yorucu olabiliyor. İşte o zamanlarda kitap okuması zor bir hal alabiliyor.  Kitabın anlatım dili de çok ilginç. Yazar olaylara yukarıdan bakarak herkesi görüp izleyen ve dolayısıyla herkesi 3. kişileştirerek anlatan bir dil kullanmıyor. Aynı zamanda hikayeyi kitaptaki bir kahramana da anlattırmıyor. Anlatıcı Gwen’i Gwen’e anlatıyor. İlk başta kavramakta güçlük çektim ama sonra çok eğlenceli buldum. Gwen’i Gwen’den iyi bilen bir üst ses. İlk paragraftan insanı şaşırtıyor. Yani şöyle;
“Borsanın yataktan düşüp de belini kırdığı gün, hayatının en kötü günü. Ya da, sen öyle olduğunu düşünüyorsun. Bu senin hayatının en kötü günü değil, ama sen öyle sanıyorsun. Ve bu düşünceyi sözcüklere dökerken, inançlı ve olabildiğince sade bir anlatım benimsiyorsun.

“Hayatımın en kötü günü bu,” diyorsun tuzlu fıstığı duble martini bardağına bırakıp-daha iyi günlerde beyaz şarap içersin- fıstığın dibe çöküşünü seyrederken. Senin dibe vuran talihinden daha yavaş, daha zarif, helezoni hareketlerle iniyor aşağı; fıstığın etrafında toplanan o güzel, mimik cin kabarcıkları, yüreğine yapışan yumrularla, pürüzlerle ve batıcı şeylerle tezat oluşturuyor.”
Dilin anlatımı çok zengin ve oyunbaz. Her cümlede karşınıza şaşırtıcı sıfatlar, tamlamalar, betimlemeler çıkıyor. Bu nedenle zaman zaman cümlenin ucunu kaçırıp tekrar tekrar başa dönüp okumak zorunda kaldım.
“Gayet tabii ki, düşünemiyorsun. Şöyle bir saniyeliğine, belki, tüfek namlusundan çıkan alev gibi bir göğün altında, uçsuz bucaksız, denizsiz bir kumsalda bir yığın, kurumuş kabuk gibi kaleler geliyor gözünün önüne; Diamond’la sen çamurlu bir çarşıda, solmuş yüzlerinizle ve tarot destesindeki Aşıklar kartı gibi kaybolmuş bir halde dururken, mavi peçelere bürünmüş silahlı göçebeler develerin sırtında, gök gürültüsü gibi bağırarak yanınızdan geçiyorlar, uygarlaşmamış dilleriyle sizi kurbağaların arasında dolaşıp yasakları çiğnemekle suçlayarak; ama bu hayal, geldiği gibi çabucak sönüyor ve seni Diamond’ın sağ eline boş boş bakarken bırakıyor.”
Ayrıca kitap, Sirius yıldızı, Bozolar, Dogonlar, Timbuktu, tarih öncesi çağlarda yapılan uzay yolculukları, halüsinasyonlara sebep olan uyuşturucu mantarlar ve daha pek çok şey hakkında sizi bilgi bombardımanına tutuyor. Ama bu bilgiler ana konuya öylesine iyi yerleştirilmiş ki, anlatılanlar kurgu mu yoksa gerçek anlayamayıp tereddüde düştüm ve araştırma yapmak ihtiyacını hissettim. Tom Robbins o bölümleri uydurmamış. Parfümün Dansı için hissettiğim çok özel duygular kalbimin derinlerinde saklı kalmak kaydıyla, Sirius’dan Gelen Kurbağa da sevdiğim kitaplar arasındaki yerini aldı. İlgilenenlere duyurulur.

http://web.archive.org/web/20100906051416im_/http:/www.neokudum.com/wp-content/plugins/wp-spamfree/img/wpsf-img.php

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder