7 Kasım 2010 Pazar



Usta ile Margarita – Mihail Bulgakov

Yazan: nazimo Kategori: Fantastik| Kategori Dışı| Kurgu

Kitabı bitireli bayağı oldu. Yani bu yazıya başlamadan önce demlenmesi için yeterince bekledim. Kitabın arka kapağında Usta ile Margarita’nın bir baş yapıt olduğu yazıyor. Ben de aynen öyle düşünüyorum.

Bugalov 1891 yılında doğmuş ve eserini tamamladığı 1940 yılında ölmüş. Eserin yazılması 12 sene sürmüş. Kitap da ölümünden ancak 26 yıl sonra, o da bazı bölümlerinin sansürlenmesi suretiyle basılabilmiş ve kendi ülkesinde kendi insanları tarafından okunmuş. Bukalov’un hayatının talihsiz bir hayat olduğunu düşünüyorum. Neredeyse tüm ömrü Stalin’in iktidarında geçmiş. Küs olduğu bir sistemin içinde yaşamak zorunda kalmış. Bu nedenle bana göre bu kitap sisteme karşı sessiz bir baş kaldırış.
Bence yazılması da ondan 12 sene sürmüş. Sanki “Konuşamıyorum ama yazıyorum” der gibi.


Kitap üç ana öyküden oluşuyor; birinci öyküde Moskova’ya gelen Şeytan ve çetesinin  yarattığı karmaşa, ikinci öyküde Filistin Valisi Pontius Pilatus’un gözünden, yani birinci ağızdan,  İsa’nın yargılanma süreci ve çarmıha gerilmesi, bilinen öyküden farklı bir şekilde anlatılıyor. Olayın bu versiyonunu okurken karar sürecindeki Pilatius’un yaşadığı duygusal gelgitlere de tanık oluyoruz. Son öykü de ise; zengin bir uzmanın karısı olan, mavi kanlı güzel Margarita’yla aşk yaşayan, sonra Pilatus hakkında yazdığı kitabın kendisinde yarattığı duygusal baskıya dayanamayarak akıl hastanesine düşen Usta’nın hikayesine ve onların umutsuz aşklarına tanık oluyoruz.

İlk iki öykü aynı zaman diliminde, Stalin’in Moskova’sında geçiyor. Kitap M.A.S.S.O.L.İ.T.’in başkanı (Moskova’nın en büyük edebiyat kuruluşlarından biri) Mihail Alexandroviç Berlioz ile ateizmin halk arasında yaygınlaştırılması için İsa hakkında şiir sipariş ettiği şair İvan Mikolayeviç Ponirev arasındaki buluşmanın anlatıldığı bölümle başlıyor. Berlioz, Ponirev’e yazdığı şiirin İsa’yı kötülediğini ama bu durumda İsa’nın varlığının kabul edilmiş olduğunu, halbuki yazılacak şiirin ana fikrinin İsa’nın aslında hiç var olmadığı gerçeği üzerine inşa edilmesi gerektiğini anlatırken, esrarengiz görünüşlü bir adam, Şeytan, Profesör Woland kimliğinde yanlarında beliriverir ve “ben öyle düşünmüyorum” diyerek tartışmaya katılır. İşte hikaye de böyle başlar.  

Şeytan ve arkadaşları, Stalin’in yarattığı yeni düzenin ürünü olan içi boşaltılmış, altı oyulmuş tüm kurumlara ve kokuşmuş, yozlaşmış sözde aydınlara, içlerindeki çürümüşlüğe ayna tutacak oyunlar hazırlayarak, onlara aslında ne kadar iğrenç olduklarını gösterirler. Bu oyunlar şeytan ve arkadaşları için ve de okuyucu için çok eğlencelidir ama oyunların kurbanları için yaşadıkları oldukça yıkıcıdır.  Hepsi ayrı ayrı bedeller ödemek zorunda kalır, hatta pek çoğu yaşadıklarının sonucunda Usta’nın yattığı akıl hastanesine misafir olurlar. 

Şeytanın arkadaşları dediğimizde aklına cehennem kaçkını zebaniler falan gelmesin. Kareli elbiseli, uzun boylu, zayıf bir herif, Koroviyev ya da Fagot, zaman zaman kapkara, tombul bir kedi görünümünde, zaman zaman da kedi suratlı, kısa boylu tombul bir adam görünümündeki Begamot, kırmızı saçlı bir kadın olan vampir Azazello.

Okurken Şeytanın bu hikayedeki rolünü sorgulamak ihtiyacı hissettim. Şeytan fütursuzca oyunlarını kurbanlarına uygularken, bir taraftan da adaletin dünya üzerinde tecelli etmesine hizmet ediyordu. Sanki şeytan, Tanrı’nın yeryüzündeki varlığının kanıtı ve onun ilahi adaletinin eli gibiydi.  Belki de ruhunu şeytana satmanın bedeli her zaman ödenemeyecek bir bedel olmayabilirdi. Mesela Margarita’nın ödediği bedel miydi, yoksa ödül mü? 

Yazarın elindeki malzeme sınırsız güce ve gayet gelişmiş bir espri anlayışına sahip bir şeytan olunca, ortaya keyfine doyulmayan fantastik bir roman çıkmış. İçinde neler neler yok ki; cadılar, uçan süpürgeler, konuşan kediler, vampirler, kendi kendine hareket eden takım elbiseler, illüzyon numaraları, uçan domuzlar, su perileri, kesik kafalar…  Yazar bu üç hikayeyi öylesine güzel bir şekilde birbirine harmanlamış ki, her hikaye diğer ikisinin bütünlemiş, anlamını derinleştirmiş ve hepsini aynı bütünün parçaları haline getirmeyi başarmış.

Stalin dönemi Rus edebiyat tarihi hakkında bilgi sahibi olan okuyucuların kitabın satır aralarından daha farklı anlamlar çıkaracağını düşünüyorum. İnternette kitabın bu yönünden bahseden yazılara rastladım ama konu hakkında bilgim olmadığı için yazılanları doğrulayamıyorum, o nedenle burada paylaşmıyorum.

Bir konuya değinmeden yazımı bitirmek istemedim. Kitabı okurken kendimi birbirinden uzun Rus isimlerinin arasında kaybolmuş hissettim. İsimler yetmezmiş gibi, bir de esas isimlere benzemeyen kısaltma isimlerle mücadele etmek zorunda kaldım. Umarım yazımda isimleri yanlış yazmamışımdır…. 

Son söz olarak diyebilirim ki, bence bir başyapıt olan Usta ile Margarita’yı okumadan ölmeyin. İsimler için de ufak bir not kağıdı kullanmanızı da şiddetle tavsiye ederim.

İnternette Usta ile Margarita hakkında bulduğum en iyi yazıya http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=ktp&haberno=2532 adresinden ulaşabilirsiniz.


http://web.archive.org/web/20101210073531im_/http:/www.neokudum.com/wp-content/plugins/wp-spamfree/img/wpsf-img.php


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder