18 Temmuz 2017 Salı

Ah Mercimeğim - Bozkırda Altmışaltı - Mustafa Çiftçi

(Nazimo - Edebiyat)
 
Haydarpaşa Gar'ındaki kitap fuarında tanıştım Mustafa Çiftçi'yle. İletişim yayınlarının standında çalışanlar tavsiye ettiler bu yazarı. Yozgatlı bir yazar dediler. Yozgat hikayeleri anlatıyor,  konuşur gibi yazıyor dediler. Ben de 2 tane ince öykü kitabını aldım Mustafa Çiftçi'nin. Ah Mercimeğim ve Bozkırda Altmışaltı. İyi ki de almışım. İlk okuduğum öykü Ah Mercimeğimdi. Hikayeyi Yozgatlı varsıl bir ailenin üç kızdan sonra doğan lise talebesi oğlunun ağzından dinledim. Bir garip, bir tutkulu aşk hikayesi anlattı bize. Ama o kadar tatlı anlattı ki, öykünün tadı damağımda kalınca, öyküyü ertesi gün bir daha okudum sonra bir daha okudum. Ah Mercimeğim öyküsünün yeri bende saklı kalmak kaydıyla okuduğum diğer öyküleri de çok sevdim.

Mustafa Çiftçi bize çok samimi, çok canlı öyküler anlatıyor. Kimi zaman bir çocuğun ağzından, kimi zaman yaşlı bir amcadan, yörenin diliyle, tatlı tatlı, konuşur gibi, dertleşir gibi anlatıyor. Kahramanları Yozgat'ın insanları ve olaylar genellikle Yozgat'da geçiyor. Öyküleri okurken Yozgat İstanbul'dan pek bir hoş gözüküyor, insanın gidesi, orada kalası geliyor. Çünkü bunlar mutlu öyküler. Kahramanlarının başına kötü şeyler de geliyor ama umut hiç kaybolmuyor. Bittiğinde ağzınızda kekremsi bir tat bırakmıyor. İşte bu nedenle ben hikayelerde eski Yeşilçam filmlerinin naif havasını da buldum biraz.


Ah Mercimeğimde 5, Bozkırda Altmışaltıda 7 hikaye var. İçlerinde  hardal sarısı kumaştan bir örnek pantolon giyen arkadaşlar, Handan yeşili gözler, ana babasının nikahını kıydıran çocuk, kara kedi parfümü, çeşit çeşit aşk hikayesi var. Farkında olmadan ucu uca eklediğim bu öyküler sayesinde kişisel edebiyat atlasıma Yozgat da katılmış oldu. Artık içinden Yozgat geçen bir yazarım var. Mustafa Çiftçi'yle siz de tanışın derim.
 
Kitaptan tadımlık seçimler;
 
"Kızlar cevizin dibinde oturup kahkaha yuvarladı. Ellerinde işlengi, ağızlarında sakız. Cevizlerin dibinde konuşarak, gülüşerek sanki bir merhem karıştırırlardı, yaralarına sürerlerdi. Yara dediysem, görünen yara değil, gönüllerindeki yara... O yaralara arkadaşları, kocaları, babaları ya da kardeşleri açmış olabilir. Kim açarsa açsın ceviz dibinde dertleşerek, gülüşerek şifa bulurdu kızlar. Yok muydu ceviz dibinde dedikodu edip dilini domuz etine değdiren? İllaki vardı. Ama Aslı'm öyle biriydi ki dedikodu edip kanlı et yemez, yanında da yedirmezdi. Dert dinler ama ellerin ama ellerin karısını, kızını, oğlunu çekiştirip konuşmazdı. Ah ne diyeyim, Aslı'yı bir görmeliydiniz."
 
"... bilirdim ki benim suyuma Aslı diye bir mürekkep damlatılmış."
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder