23 Mart 2019 Cumartesi

Mai ve Siyah - Halit Ziya Uşaklıgil


mai ve siyah ile ilgili görsel sonucu

İş Bankası yayınlarının yeni serisi Türk Edebiyatı Klasiklerinden günümüz Türkçesine çevrilerek yayınlanan Halit Ziya Uşaklıgil'in Mai ve Siyah'ını büyük bir keyifle okudum. Eserin Türk edebiyat tarihindeki özel yeri ve önemini bir kenara bırakarak ben kitabın konusundan ve o dönemin İstanbul'undan radarıma takılanlardan bahsetmek istiyorum.

Dönemin basın yayın dünyasından kesitler sunan Mai ve Siyah'ta büyüleyici bir İstanbul var. Acı olan Halit Ziya gördüğü, yaşadığı İstanbul'u anlatırken ben kaybettiğimiz, artık olmayan İstanbul'u okudum, içim acıyla ve öfkeyle dolarak. Mazbut bir İstanbul ailesi mensubu Ahmet Cemil ile onun Galatasaray lisesinden can arkadaşı, zengin aile çocuğu Hüseyin Nazmi'nin özelinde, Halit Ziya toplumun farklı kesimlerine mensup insanların hayatlarını, yaşam farklılıklarını o kadar güzel anlatıyor ki. Ve Halit Ziya'nın inanılmaz betimlemelerle süslü zarif ve naif anlatımı. Anlattığı her neyse gözünüzün önünde en ince ayrıntısına kadar fotoğraf netliğinde canlanıyor.







Keyifli bir okuma deneyimi oldu benim için Mai ve Siyah. Okurken yüzlerce satırın altını çizdim. Kitaptan bir paragrafı da sizlerle paylaşmak isterim. Tepebaşı'nda denize bakan müzikli, yemekli bir bahçedeyiz. Paragrafi okurken bu bahçeyi de hayal etmeye çalışın lütfen.

Bakınız, işte gözlerinin önünde gördüğü bu şeyler, başının üzerine açılan bu semada, yazın şu sıcak gecesine özgü bir buğuyla örtülü sanılan bu mailikler içinde titriyormuş, dalgalanıyormuş gibi görünen  bütün  bu yıldız alayları, bunlar bir elmas yağmuru değil mi? İçkinin etkisi altında bulanarak süzülen gözlerinin önünde donuk mailikler üzerine avuç avuç sarı pullar serpilmiş sema sallanıyor, sallanıyor, şimdi karşısında tepelerin uyuyan sırtlarına dökülecek yahut denize doğru akan belirsiz manzara yavaş yavaş, yüksele yüksele, yerler gökler gecenin bu aşk havası içinde şiddetli, uzayıp giden, vücuda yaka yaka eritip dağıtan bir öpüşle birbirine sarılarak, tek bir varlık olacak zannediyordu. Ah! bu elmas yağmuru... Bahçenin durgun havasını dağıtan, içinde bir aşk esintisi, sıcak ve baygın bir nefes gibi sanki ta göklerin sezilemeyen yüksekliklerinden dökülen bu nağmeler... Kah kalbin en derin noktalarından geliyormuşçasına içten, pes, sakin sessiz, kah bir kader galeyanında yankılanıyormuşcasına patlayarak, feryat ederek, bazen bir şikayet inlemesi, bazen bir perişanlık iniltisi...

Eskileri unutmamak lazım. Klasikler candır.

Sizlere not: sahnelerde neler olduğunu facebookda entelektüelbaykuşlar isimli sayfamdan takip edebilirsiniz. Instagramda @ebru_tarm adresindeyim.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder