Yazan: Sait Faik Abasıyanık
Uyarlayan: Yavuz Pekman
Yöneten: Işıl Kasapoğlu
Yardımcı Yönetmenler: Serkan Keskin, Volkan M. Sarıöz
Sahne Tasarımı: Başak Özdoğan
Sahne İllüstrasyonları: Selin Nazlı Ustaoğlu
Kostüm Tasarım Uygulama: Ayşenur Arslanoğlu
Işık Tasarım & Uygulama: Mustafa Karakoyun
Koreografi: Ebru Cansız
Müzik: Gevende
Asistanlar: Selen Şenay, Saniye Samra
Oynayanlar: Ahmet Kaynak, Burcu Doğan, Mustafa Kırantepe, Serkan Keskin, Selen Şenay, Sezin Bozacı, Sibel Altan, Taner Ölmez, Yavuz Pekman
2017 - 2018 sezonunu Semaver Kumpanya'nın Semaver ve Kumpanya oyunu ile açtım. Yavuz Pekman Sait Faik'in Semaver ve Kumpanya hikayelerini birbirine harmanlayıp ortaya nefis bir oyun çıkarmış. Semaver öyküsünün Ali'si ile Kumpanya öyküsünün Suat'ını üst üste koyup, onu bu iki hikayeyi birleştiren bir köprü gibi kullanmış. Suat'tan da nefis bir Ali çıkmış doğrusu. Hatta bu iki öykü o kadar iyi harmanlanmış ki, ben kendimden şüpheye düşüp, acaba ben bu ilişkiyi fark edememiş miydim diyerek, dönüp öykülere bir kez daha baktım. (Bu arada bu oyuna çalışarak gitmiştim, önden bu iki hikayeyi tekrar okudum)
Oyunumuz 1940'li yıllarda geçmektedir. Kör Halit'le (Yavuz Pekman) Saffet Ferit (Serkan Keskin) yeni kuracakları kumpanya hakkında konuşmakta, plan yapmaktadır. Heves, istek, hayaller, sanat aşkı, çekirdek kadro hepsi tamamdır da, mesele paradır. Herkes dört koldan para ararken bir taraftan da kumpanyanın programını ve kadro ilavelerini belirlemeye çalışırlar. Sonunda Kör Halit'le (tiyatro müdürü), Saffet Ferit (baş dram aktör) allem edip kallem edip, bir şekilde parayı bulmayı başarırlar ve bir trene doluşup yola çıkarlar. Yolculuk bir serüvendir. Kumpanyanın demir attığı Altındağ kasabasında yaşananlar başka bir serüven. Kumpanyanın sahnelediği oyunlar, tangolar ise birbirinden güzeldir.
Kumpanya, hayallerinin peşinde koşan bir avuç tiyatro aşığı insanın öyküsüdür. Defalarca kez kumpanya kurmuş, defalarca kez Anadolu'ya gitmiş, defalarca kez para kazanmış, defalarca kez batmış ve yeniden yeni bir kumpanyanın hayaline sarılmış insanların öyküsü. Oyunu seyrederken, kumpanya sahnesinin büyüsüne kapılıp tangolara, skeçlere gülerken, bir taraftan da oyuncuların hayatlarının zorluğundan kaynaklanan ince bir sızıyı hep içinizde hissediyorsunuz. Yeri geliyor Saffet Ferit, Harpagon'la Moliare'e, Hamlet ile Shakesperae'e selam çakıyor. Serkan Keskin'in Harpagon'unu bildiğim için burada çok şaşırmasam da Hamlet tiradında yok artık demekten alamadım kendimi. İleride birgün Serkan Keskin'den bir Hamlet izler miyiz acaba?
Oyun 1940'ların parasız bir kumpanyası tarafından nasıl sahnelenebilirse, Semaver Kumpanya tarafından da aynen öyle sahnelenmiş. Dekor olarak üzeri boyalı yelken bezinden perdeler kullanılmış. Bir masa çok iskemle mertebesinde gayet sade bir dekor, ama sanatçıların başarıyla mış gibi yapmaları sayesinde bize çok zengin bir dekor seyrettiğimiz hissini verdiler. Ve tabi nefis oyunculuklar. Oyuncular gerçekten çok başarılıydı. Herhangi birini ayırmam mümkün değil ama beni şaşırtan, daha önce sahnede izlemediğim Burcu Doğan oldu. Acemi oyuncu kız Sitare'yi nefis oynadı ve hepimizi gülmekten kırdı geçirdi. Ve Sezin Bozacı. Benim için her zaman Mağrur Fil Ölüleri'nin Belkıs'ı olarak kalacak olsa da orta yaşlı tiyatoracı ve kantocu Zabel rolünde de her zamanki gibi çok iyiydi. Seviyorum ben bu kadını.
Ama Sait Faik de pek güzel yazmış Kumpanya'yı. Okurken de tüm kahramanlar gözümün önünde canlanmışlardı, seyrederken de hah, işte bunlardı okuduklarım dedim. Tanıdım yani onları. Oyun bittiğinde içimde buruk bir his vardı. Bugün oyunları seyrettiğimiz bu kocaman salonlara, bu rahat kırmızı koltuklara giden yolda kim bilir kimlerin hayatlarının izi var. Bu vesileyle hepsine selam olsun.
Bu oyunu mutlaka seyredilecek oyunlar listesine almalısınız. Semaver Kumpanya Çevre Tiyatrosunda oynuyor. Kendi tabirleriyle Haliç'in öte yanında. Zaman zaman da Anadolu yakasına geliyorlar. Takipte kalın.
Meraklısına Video: Geleneksel selam videomuz
Meraklısına Not: Dikkat öyküden spoiler içerir! Semaver öyküsünü çok yeni okuduğum için öyküdeki iki bölümün oyunda olmamasına üzüldüm aslında. Biri Kör Halit'le Saffet Ferit'in mükellef bir yemek yedikten sonra ceplerinde para olmadığını fark ettikleri ve Kör Halit'in pardösüsünü satarak hesabı ödediği bölüm. Bu iki adamın hayata bakışını çok iyi anlatan bir bölümdü. Keşke oyunda da olsaydı. Diğeri de bir çeşit meslek sırrı aslında. Okurken çok eğlenmiş ve hatta şaşırmıştım. Her işin bir püf noktası varmış dedim. Onu da buraya not düşmek istiyorum.
"... Kör Halit'in tecrübelerine göre, bir tiyatro bir şehire yerleşeceği zaman, ilk günlerin seyirci adedi çok mühim bir rakamdır. Bu rakam fazla ise, artmakta devam ediyorsa, vaziyeti iki şekilde düşünmek lazımdır. Fazla sevinmeye gelmez. Bu demektir ki, ya seyirci adedi birden bire düşecektir; şehrin tiyatroya alakasızlığının ters cihetten bir tezahürüdür. Yani bütün müşteri bu kadardır. Üç gün içinde doldurup boşaltmıştır sandalyeleri. Yahut da ciddi bir rağbettir. Böyle bir rağbetse, o zaman işi ciddiye almak, ayarlamak lazım gelir. Ayarlama da şu şekilde yapılır. Seyirci rakamını tetkik etmeli, ne günleri müşteri az geliyorsa -mesela şehrin pazarı pazartesi günleri kuruluyorsa- o gün temsile ara vermeli. Bir de dini bütün bir şehirde Cuma geceleri katiyen temsil verilmemelidir. Böylece öteki günler ayarlanmış olur, boş sandalye kalmaz.
Bu şekilde hareket edilmez de gündüzün de temsiller verilmeye kalkılır, fazla reklam yapılırsa; şehrin tahsilli, yarı tahsilli kısmının menfi propagandasına hak verdirilmiş olur. Çünkü bu yarı münevver kısım, hep Darülbedayicidir. İstanbul Şehir Tiyatrosunun dekorlarına, azametine, artistlerine, piyeslerine hayrandır. Küçük tiyatroları, tuluatı küçük görür. Kasabasına gelen seyyar kumpanyayı da önüne gelen yerde kötüler. Böylece de günün birinde, rağbetin ayarlanmaması yüzünden, beş-altı seyirci karşısında oynamak zarureti hasıl olur ki, bunun ne kadar elim olduğunu bir tiyatro müdürü kadar kimse hissedemez.
Ayarlama yapılır, kasabanın yarı münevver sınıfının suyuna gidilirse, boş sandalye tehlikesinden kurtulmuş, bu suretle de aşağı yukarı değişmeyen bir seyirci adedi muhafaza edilmiş olur.
Rağbet umulmadık bir şekilde devam ediyorsa, bu artışın hangi sebeplere istinat ettiğini tetkik etmek de şarttır: Aktöre mi, şarkıcıya mı, kantocuya mı, monologcuya mı, hiç akla gelmeyen bir artiste mi, hatır ve hayale gelmeyen bir sebebe mi, mesela bir dekora mı? Bu da gayet ustaca yapılan bir anketle tetkik edilir. Püf noktası bulundu mu, artık mesele kalmaz. Hemen ayarlama yapılır. Ayarlamanın iki kaidesi vardır: Rağbeti frenlemek, aç gözlü olmamak..."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder